Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Ağustos 2015

Bir Gün Ortadan İkiye Kırılır


İlk yarısı sevinç, ikinci yarısı hüzün.

Bir araya geldiğinizde sohbetin dibini bulamadıklarınız vardır hani. Konu konuya bağlanır, iç içe geçer, daldan dala atlanır, dedikodu yapılır, ağlanır, gülünür...
O da öyle. Konuşmaya doyamadıklarımdan.

Onu anlatmıştım daha önce burada: ( Yaşamak için Sebebiniz Var mı? )
Dualar etmişti tanıyan tanımayan herkes.
Tanımadan sevmişlerdi onu pek çok.

O gözlerinin içi gülen, bıcır bıcır konuşan kadın son altı aydır biraz sessizleşti.
Ne yapsın? Nelerle savaşıyor. Konuşmaya hali yok ki.
Bulantıyla ve kusmayla ve hatta ağrılarıyla samimi. Artık benimle değil.
Onlar yalnız bıraktığı zaman da uykuya sığınıyor. Dolayısıyla konuşamıyoruz.
Olsun.
O uyuyorken dinleniyor ya, ateşkes var ya vücudunda.
Konuşmasın benimle. Yeter ki uyusun dinlensin.
Yanındayken nefes almaya korkuyorum. Hareketsiz oturuyorum ki uyanmasın, savaş başlamasın.

Bir dönem içinde yangınlar var. Buz yiyerek söndürmeye çalışıyor. Buzlu soğuk sular, soğuk meyve suları içiyor. Yok, yine dinmiyor yangın...

Bir zaman geliyor;  ne buz, ne su, ne yemek... Ağzını bağlıyor bu defa. Ama yine de damar yoluyla da olsa aldığı her besin onu zorlayarak, yorarak ağzından çıkmayı başarıyor.

Burnundan midesine giden hortumla mücadelesi ayrı bir macera...
Her ameliyat sonrası yaşadığı ayrı sıkıntı, bağırsaklarına bağlı torbayla yaşamaya çalışması ayrı...

Onlarca ameliyat geçirdi büyüklü küçüklü... Kaç kereler vücudunun bir yeri iyileşirken, diğer yeri bozulup acil müdahaleler yaşamak zorunda kaldı.
Hayatımda gördüğüm en savaşçı, en dirençli, en inatçı ve en inançlı kadındır o.

Aldığı kemoterapilerin yaparken yıktıklarıyla, mide bulantıları ve kusmalarla, yiyememelerle, tüm bunların ve sekiz ay boyunca hastanede kalmasının yarattığı psikolojik çöküntüyle savaşmak ama yine de inancını korumak, tevekkülle bu süreci yaşamak öyle her yiğidin harcı değildir.

Yanında gece refakat ettiğim zamanlar oldu. Birlikte kol kola hastane koridorlarında volta attığımız zamanlar da... Gündüz televizyonda izlediklerimizi çekiştirip eğlendiğimiz günlerimiz vardı.
Hep umutluyduk ikimiz de.
O, ne olacak sonum bilmiyorum, deyip birazcık yoldan saptığında; İyi olacak, emin ellerdesin, takip ediliyorsun, tedavini alıyorsun, biz de yanındayız, hepsi geçecek, an olarak kalacak bunların hepsi, göreceksin, diyordum.
Onun iyi olup hastaneden çıkacağına, o iyice zayıflamış güzel yüzünün yine sağlıkla ışıldayacağına inancım tamdı benim.
Aşkla bağlı olduğu oğluna ve kocasına ve güzel evine kavuşacağına. Oğluyla -söylediği gibi- deniz tatiline çıkacağına... İstediği altı yılı Allah'ın ona vereceğine emindim. Oğlunu evlendirecek, yerini yurdunu yapacaktı. Sonra ne olacaksa olsundu ona. Öyle demişti bana.
Ben bu hastalığın onun yanından kalkıp gideceğini düşündüm hep.

Kalkıp gitti hastalık dört yılın sonunda.
Ama arkadaşımın elinden tutup gitti.

Bir gün ortadan ikiye kırılır.
İlk yarısı sevinç, ikinci yarısı hüzün.

Sabahki sevincimi paylaşmak için mutluluk gözyaşlarıyla aradığımda nefes alamadığı ve iyi olmadığı söyleniyor bana.
Gözyaşım akıyor ama artık mutlu değil...

Çıkıp yanına gidiyorum. Daha önce de böyle kötü oldu. Uyudu, uyandırılamadı iki gün. O zaman da gittim. Herkesler yanındaydı. Gidecekti sanki..
Korktum, ağladım, elini öptüm, giderse diye vedalaştım, hakkını helal et, benim varsa helal olsun dedim için için.

Çok şükür ki ertesi gün uyandı.
Uyumadan önce söylediklerini, uyandıktan sonra konuşulanları hiç bir şeyi hatırlamıyordu.
Dalgasını geçtik. Neler neler söylediğini ona hatırlattık, nasıl da uydurmuşum dedi, güldü...
Dönmüştü.
Ne güzel...
Sonraki bir hafta sonunu bütün ailesiyle geçirdi. Cümbür cemaat...
Ne güzel..
Ne çok mutlu oldum.

Bir hafta sonra telefonda onun iyi olmadığını, nefes alamadığını duyunca yine gittim.
İçeri girdim.
Yanındakiler ağlıyordu.
O da oradaydı ama yoktu.
Bu defa dönmemek üzere gitmiş.
Ağrısın  sızınızı, bulantısını, tatsızlığını, her şeyini yanına alıp gitmiş.
Ağladım.
İnanamadım. bitmeyen ümidim vardı, hani iyileşecekti, bitecekti hepsi, an olacaktı, üstüne konuşulacaktı sadece.
Hayır, hayır, hayır... :(
Gitmiş.
Güzel yüzünü son kez görsem mi, en son gördüğüm gibi mi kalsa içimde bilemeden ağladım.
Görmek istedim yine de.
O güzel hokka burnu küçücük kalmış. Öyle zayıf ki.
Dokunamadım ona.
Önceden helalleşmiştim ama yine de içimden konuştum pek çok...

Alıp götürdüler sonra.

Rukiyeciğim, canım güzel arkadaşım...
Seni yeni yatağına birakıp eve geldik ya, işte o gecem çok zor geçti.
İnşallah sen zorlanmamışsındır.

Hani seni asansöre koyup götürürlerken arkandan ağlayarak, lütfen cennete git, cennete git, dedim ya.
Bak yolunu şaşırma, istikamet doooğru cennet...
Ben ne bilirim aslında..
Allah biliyor ve içime öyle düşürüyor ki sen zaten şimdi oradasın.

O cin gibi, içleri gülen gözlerin var hep aklımda.
Son gördüğüm yüzünü bastırıyor.

Sen iyiyken Ortaköy'de yaptığımız kahvaltının keyfi, çocuklarımızı çekiştirmelerimiz, bitimsiz sohbetlerimiz, güzel kalbin, sabrın, inancın, yavruna aşkın, ailenin her bir ferdine kol kanat oluşun, tanımasan bile yardım dileyen birini boş göndermeyişin, sokakta gördüğün her hayvanı sahiplenme isteğin, insanlığın, asaletin ve tevekkül gücünle kalbimin en derininde saklayacağım seni.

Güle güle git inşallah.
Yeni dünyanda huzurlu ol...




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...