Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Şubat 2019

Önemli...

Barış ne güzel isim aslında değil mi?
Barış Manço'yu severdim çok.
İsmin anlamını da çok sevdiğim için adına "Barış" demiştik.
Çocuklara verilen isimler kişiliklerine etki edermiş. 
Bence de.
Barış içiyle dışıyla gerçekten barış içindeydi. 
Ne başkasına, ne bize yüksek sesle bile konuştuğunu duymadım.
Ben bazen sesimi yükselttiğimde bana, sessiz söyle, derdi, böyle omuzlarını kısarak hatta.
İçi  sessiz olana fazla gelir sesin her hali. 

Barış adını öyle çok duyuyorum ki. Bir tek ona benzeyenleri görmek değil şu ara olanlar. Az önce hava güzel, çıkıp biraz yürüyeyim, dedim.
Tabii yine iç cebimde Barış'la.
Bir anne-çocuğun yanından geçtim, anne oğluna "Barış" diye seslendi.
Tabii..
Koca Ortaköy'de adı Barış olan çocuğun yanından geçmeliydim.
Hoş geçmeyip dursam da duyuyorum.
Dün televizyonda maç vardı, izlemiyordum ama sesi açıktı. Barış diye bir futbolcu var, zannedersiniz bütün maç sadece Barış'la yapılıyor.  Barış düştü, kalktı, vurdu, oldu, olmadı, Barış Barış..
Bitmedi, kahve sırası beklerken önümde kahve siparişi veren çocuk da Barış.
Sokak adları.
Kafe adları.
Film ya da dizi oyuncuları.
Herkes Barış.
Tabii benim algım da seçiyor isimleri. Ona benzeyenleri seçtiği gibi.
Aslında bu durum beni kötü hissettirmiyor. Hep duyayım, hep göreyim zaten.
Duymazsam, görmezsem, sandıklarda saklarsam adını, suretini; her adını duyduğumda ve benzerini gördüğümde sanki ilk defa duyuyormuş gibi başa dönerim biliyorum.
Barış her yerde olsun.

Banyomuzda metal bir havluluk vardı. Çok severdim, herkes de sevmişti. Anne, baba, kız ve oğlan çocuk formunda. Hepsi el ele.
Banyo dolapları yenilenince kaldırmıştık onu.
Ben geri koymak istedim ama baba ve abla istemedi.
Ben fotoğraflarını da koymak istiyorum ortaya ama onlar hazır değiller henüz.
Biraz daha geçsin, diyorlar.
Oğlum onların ilk ve en büyük gideni. Anlıyorum ve sabırla bekliyorum.

Ben dağ mıyım, taş mıyım hiç bilmiyorum. Kendime gerçekten çok şaşırıyorum bazen.
Barış'ım gideli daha iki ay olmadan gidip telefonunu kapattırdım ben.
Durup durup arıyordum çünkü. Otomatik mesaj çıkıyordu, mesaj bırakın, diye ama hiçbirinde bırakamadım.
Mesajı alabilseydi bırakırdım.
Telefonunu kapattırmak kolay değildi elbet.
Oğlumun telefon hattını iptal ettirmek istiyorum, dediğimde, bu işlem için oğlunuzun gelmesi gerek, dediler.

İşte kolay değildi.
Kolay değildi ama yaptım.
Banka kartını iptal ettirdim, hesabını kapattırdım.
Sebep söylemek lazım.
Zordu.
Çok zor.
Bin tane gözüm olsa biniyle birden ağlayacağım kadar zor.

Niye yaptım bunları? Hem de tek başıma gidip niye yaptım?
Ondan ümidi kesmek için belki.
Kendime kabul ettirmek için.
O artık yok, bak, arasan telefonu kapalı, bankada hesabı yok.
Hoş ne işe yaradı?
137 gün olmuş gideli.
Daha dün akşam, yatağını görüp kalakaldım yine.
Her gün gördüğüm yatağı, her gün girdiğim odası.
Nerede bu çocuk, demekten vazgeçemedim henüz.
Biliyorum nerede.
Ama bilmek istemiyorum belki.
Öyle karmaşık, öyle inişli çıkışlı, öyle labirent ki içim.
Ne bildiğimi bile bilmiyorum.
O yüzden bilmemek iyi bir şey işte.

Bildiğim tek şey var çocuğunuzla ayrıldığınız her defa barışık olun..
Evden yolcu ederken, telefonla konuşup kapatırken..
Tartıştığımız zamanlar olurdu bizim de her anne çocuk gibi.
O da ben de tartışmamız ne kadar uzarsa uzasın -ikimiz de bayılırdık uzun uzun konuşmaya- hiç sıkılmazdık. 360 derece dönerdik konunun etrafında, sabırla..
Sonunda mutlaka uzlaşır, gerekmişse özürleşirdik.
Bazen ikimiz de hatalıysak, aynı anda, özür dilerim, derdik böyle çocuk gibi uzata uzata..
Gülerdik sonra.
Bazen çözülmezdik ikimizde bir süre ama ne yapıp edip ya o ya da ben bir şekilde barışırdık. Barışmalıydık. Anneyseniz dünyadaki herkesle gerekirse küs kalabilirsiniz  ama çocuğunuzla olmuyor, olamıyor, olmasın da zaten.

En son konuşmamızda da ufak bir tartışmamız oldu, küçük, minik.
Şükür ki telefonu iyi kapattık.
Şükür, bin şükür!
Yaşarken bile içim içimi yerdi, ne yapsam da gönlünü alsam, barışsak diye.
Eğer kırgın kapatsaydık 137 gün boyunca o son konuşmada kalacaktım.
Kalbi kırıldıysa diye kalbim kırık.
Ve kimle ve neyle düzelecekti bendeki kalp?
Ben nasıl ve nerede bulup da tamir edecektim ondakini?

Küs kalmayın çocuğunuzla.
Bu önemli..


28 Şubat 2019
17.13

25 Şubat 2019

...


Bugün aslında Tema'ya gidecektim ben. Gitmeden önce haber veriyorum hep. Yardım edilecek iş varsa gidiyorum. Bugün haberleşemedik. Yazdım da, görmediler..

Vardır bir hayrı dedim ama evde de duramadım, daraldım.

Eskiden yaptığım ve mutlu olduğum kitap bitirme ritüelim vardı benim.

Okuduğum kitabın son yüz sayfasını Starbucks'a gidip kahve eşliğinde, kulağımda müzikle okuyup bitiriyordum.

Bu defa yeni başladığım bir kitabı okumak için gideyim, dedim. Hem evde yalnız kalıp içimi dinlemem, hem biraz kafam dağılır, dedim.

Hoş, dinlediğim içim ve dağılacak kafam Barış'la tıka basa doluyken ne işe yarayacaktı bilmiyorum ama gittim yine de.

Ortaköy'deki Starbucks'ı bilir misiniz? En üst katını çok severim ben. Hele de kimse yoksa. En önde üç tane koltuk vardır, önünde sehpa ve karşınızda deniz manzarası.  Hep orada otururum boş bulursam.

Bugün de oraya yerleştim. Kahvemi aldım, kitabımı okudum. Arada telefonuma baktım, arada denize daldım düşüne düşüne..

Bir ara iki yanımdaki koltuğa birinin oturduğunu fark ettim.

Başımı çevirdim.

Barış.

Nasıl benziyor, nasıl!

Kirpikleri simsiyah kıvrık kıvrık, burnu, sakalı, kafasındaki siyah beresi. Durgun bakışları bile.

Sanki o!


Kitabı okumayı bıraktım. Ona bakmak istiyorum ama bakamıyorum. Kaçamak bir iki kere baktım. Sonra gitmek istedim. Kalktım toparlanırken yine çaktırmadan baktım. Konuşsam mı acaba, diye içimden geçirdim ama öyle yağmur yüklüydüm ki yine, ilk kelimemde yağacağımı biliyordum. O kat da çok kalabalıktı, kitap okuyanlar, ders çalışanlar. Çekindim.

Hazırlanıp gidecekken geri dönüp tekrar oturdum. Yandan yandan, çaktırmamaya çalışarak baktım bir kere daha ve çıktım oradan.

Aşağı indim, bir iki dakika yürüdüm ama pişman oldum keşke konuşsaydım, diye.

Geri döndüm.

Üst kata çıkıp baktım.

Gitmiş.

Dedim, vardır Allah'ın bir bildiği.

Aşağı indim ama vazgeçmedim.

Biraz bakınırım, görürsem ne ala, görmezsem, görmemem gerektiğinden der giderim, dedim.

Sahil tarafına indim. Bir baktım caminin sağ tarafında durmuş denize bakıyor iki arkadaşıyla.

Önce gittim yakınına, sonra çekindim döndüm geri, sonra bir baktım ayaklarım beni ona doğru götürüyor.

O da beni gördü. Sanırım ona baktığımı anlamış yukarıda.

Dedim, az önce Starbucks'ta gördüm sizi. Oğluma çok benziyorsunuz, ondan geldim yanınıza şimdi. Oğlumu kaybettim ben, dedim. Sonrasını ne o anladı, ne de ben...

Banka oturdum. Ayakta duruyordu o. Yüzüne bakamadım pek. Baktığım zaman dedim, Allah Barış'ımı özlediğim zaman ona benzeyenleri gönderiyor bana sanırım. Beşiktaş ışıklarda görmüştüm, belki yine sizdiniz. Öyle çok benziyordu ki. Olabilirim belki, dedi. Buralarda oturuyormuş o da...

Ben ağladım, O çaresizce ve şaşkınca üzüldü. Arkadaşları benimle ağladı.

Ne yapabilirim sizin için bilmiyorum, çok üzüldüm, dedi.

Birine benzeyerek başka birini bu kadar üzebileceğimi hiç düşünmezdim, dedi.

Üzülmeyin siz, dedim..

Sarılabilir miyim, dedim en son. Tabii, diye kucak açtı.

Sarıldım. Göğsüne koydum başımı, ağladım. Daha da çok özledim.

Sonra gideyim dedim, kusura bakmayın üzdüm sizi diyerek..

Olur mu hiç, dedi..

Kaçıp gittim sonra.

Sahilde yürüdüm, hava soğuktu, kimsecikler yoktu ortalarda..

Kuruçeşme parkında ağıt yaka yaka, Barış'ımdan üzdüklerim için af dileye dileye yürüdüm.

Uzaya yol olsa ağlayarak oraya yürüyeceğim.

O kadar bitmiyor böyle zamanlarda ne gözümün yaşı, ne gitmelerim..

Anneciğimi düşündüm sonra.

Onun oğlu askerdi gittiğinde. İzne gelmişti.

Annem de her asker gördüğünde gider boynuna sarılır ağlardı. Onu bir gün anlayacağımı bilemedim hiç.

Abimin annemin içinde bıraktığı yıkıntıya hiç dokunmadık, yangınını üflemedik sönsün diye.

Olanı biteni, gideni hiç konuşmadık, ne ablamlarla, ne annemle. Sanki böyle bir şey olmadı gibi. Öyle bir ateşti ki herkes korktu elini uzatmaktan.

Oysa korkmamalıydık.

Ah annem! Benim şu içimdekini tek başına sırtlandın sen, ne yazık...


Abim annemin karşısına asker üniformasıyla çıktı hep.

Barış kendi suretiyle.

Allah'ıma şükrediyorum bana onu gönderip özlemimi serinlettiği için...

Serinlemek mi derinlemek mi bilmiyorum ama olsun.

Yok olan o şimdi.

Böylesi hiç yoktan iyidir...




20 Şubat 2019

...


Sevdiğimiz insanlarla olmak, sevdiğimiz şeyleri yapmak, iyi şeyler hissettirecek filmler izlemek sağlıklı bir yas süreci geçirebilmenin yardımcıları imiş. Öyle demişti psikiyatr.

Bunları yapacak iç bulduğumda yapıyorum.

Sevdiğim arkadaşlarım, beni seven, önemseyen herkes beni yalnız bırakmamak, birlikte olduğumuz vakti iyi geçirmemi sağlamak için elinden geleni yapıyorlar.

Hafta sonu dostlarımızla birlikteydik.

İyi göründüğüm günlerdendi.

Hatta sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Bazen öyle günlerim oluyor.

Hiçbir şey olmadı.

Getiriyorum güzel yüzünü gözümün önüne ama ne hissi, ne anlamı, ne olmayışı, hiçbir duygu yok.

Anlamsız olan biten her şey.

Bazen derler ya, gidenin arkasından hiç üzülmüyor, nasıl olabilir, diye.

Beni o gün gören biri de, üzülmüyor, derdi belki.

Ama o üzülmüyor görülme halinin arka bahçesinde pembe güller, kelebekler yok.

Giden herkes senin bir ilmeğini birlikte alıp götürüyor, gün gün sökülüyorsun.

Bu böyle.



Bazen onu düşünmekten korkup uzaklaştırıyorum aklımdan. Aklımın alamayacağı kadar korkunç bir gerçek olduğu ve bu gerçekle baş edemeyeceğim kadar güçsüz hissettiğim zamanlarda kaçıyorum olan bitenden. Hayata dönüyorum yüzümü.

Ama mezarlığın önünden geçerken ıslık çalmak gibi bu.



Birkaç gündür öyle ıslık çala çala gün geçiriyordum.

Ama bugün sustum.

Günlerdir ben galiba güçlüyüm gerçekten, böyle böyle zaman geçecek düze çıkacağım herhalde derken...



Barış için söylenen her söz, başın sağ olsun, rahmetli, sabır versin Allah..

Oğluma ve duruma ait her şey sanki ilk kez duymuşum gibi şaşırtıyor beni.

Ona ne olduğunu hatırlatıyor.

Unutmuşum gibi.

Unutulmuyor, iyi olunmuyor.

Bir annenin çocuğunun artık olmadığını kabul edip hayata kaldığı yerden eskisi gibi devam etmesinin mümkünsüzlüğünü görüyorum.

Devam etmek gerekliliğini bilmek, çabalamak bunu mümkün kılmıyor.

Tevekkül, dua, sabır, Allah'a sığınmak güç veriyor elbet ama bir zaman geliyor ki bütün süngülerim düşüyor. Savunmasız kalıyorum, bir çözüm arıyor gibi telaşla sağa sola koşturuyorken görüyorum kendimi içimde.

Dışarıdan güçlü görünmek bile ağırıma gidiyor bazen.



Böyle inişli çıkışlı...



Barış bir gün tatsızdı. Nedenini sordum, anlattı.

Ama sorun yok, dedi.

"Hayat düz bir çizgi değil, mutlu da olacağım, mutsuz da. Böyle zamanlar da olacak ki denge olsun."



Mutluluk ya da mutsuzlukla ilgisi bile olmayan, tanımadığım, nasıl denge kuracağımı bilmediğim duygularla hayatın içinde kalakaldım.



Hayat kendi kaldığı yerden aynı hızla akıyor.

Beni de hızına katmış sürüklüyor.

Şelalenin döküleceği yerde neyse ki kavuşma var.




21.02.2019

01.14

Odandan, masandan.


13 Şubat 2019

Hayat Işığım

Barış'ımı rüyamda gördükten sonraki günüm çok iyi geçmedi. Bir daha görmenin mümkün olmadığı birine gerçekten sarılmış gibi rüyada sarılmış olmak ve bir daha gerçekten sarılmayacağını bilmek sancılıydı, sarsıntılıydı.

Ama o günden sonra biraz daha sakin gibi kalbim.
Katı halden sıvı hale geçiyor gibiyim.
Yüzümü biraz hayata dönüp, baktığımı görüyor gibiyim.
Minik bebek emeklemeleri bunlar.

Bilmiyorum belki bir illüzyon içindeyimdir.
Lakin birkaç gün önce yürürken sanki içimden bir ben daha çıkıp yanımda yürüdü ve dedi ki, sen neler olup bittiğinin farkında mısın acaba? Kızın, eşin, orman, arkadaşların, gün doldurmak vs. derken zaman geçiyor da, sen gerçekten ne olduğunu anladın mı?
Bazen o kadar şuursuz hissediyorum. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Öyle uzak yola gidiyor ki Barış, ona olan, bize olan...
Bazen koşarak geri geliyor, kanıma giriyor, gözüme doluyor.
İlk başlarda kendimle savaşıyordum, nasıl böyle uzaktan metanetle bakabiliyorum olan bitene diye..
Metanetim eriyip içimi yaktığında dediğimi unutuyordum. 

Şimdilerde akışa bıraktım kendimi.
Sürece güvenmeliyiz, sabır göstermeliyiz, dedi kızım sabah.
Bir de dün akşam, seninle gurur duyuyorum, dedi. Böyle dik durabildiğim, ayakta kalabildiğim içinmiş.
Sensin tek sebep demedim, hayatta kendim için hiç bir şey istemiyorum, tek bir şey bile.
Sadece senin güzel yüzün gülsün, güzel gönlün ferahlasın.
Demedim bunu. Ona beklenti yüklememek için. O iyi olursa, ben de iyi olurum, diye iyi olmak zorunda hissetmesin diye.
Onu da akışa bıraktım. 
O da kardeşinden oldu. 
Onun da canı yanıyor, o da özlüyor, o da ağlıyor kardeşsizliğine.
Ama benim sessiz olmam, yanında normal görünmeye çalışmam onun koltuk değneği biliyorum.
O yokken oğluma yasımı yaşadığımı biliyor. Bazen gözyaşlarının gözde bıraktığı izleri silemiyorsun..
Ama o kadarını da görecek, belki onu güçlendirecek izler onlar.
Gerçi biraz kaşlarım çatık olsa, düşünceli görse, gelip eliyle yüzümde gülücük oluşturmaya çalışıyor. Çatık kaşlarımı düzeltiyor. 
Ama bazen, kendimi kontrol edemediğim zamanlarda şefkatle seviyor yüzümü, annecim ağlayabilirsin, sıkma kendini, diye..
Birbirimize yaslanarak ama ağırlık vermeden yürüyoruz.

Dilaver daha sessiz, O da baba. Hayatta yaşadığı ilk yakın kayıp. İlk ve en büyük. Nasıl baş edeceğini bilmiyor. Arada derin nefeslerle iç çekip "off " diyor.  Sorduğumda her iç çekmenin altından Barış çıkıyor. Bazen konuşalım onu, diyorum. 
Konuşuyoruz, inanamıyoruz olan bitene. 
Şok. 
"Nasıl olabilir, aslan gibi çocuk, neler yapacaktı, ne oldu" diye çıkmaz sokağın ucuna kadar gidiyoruz. Sonra Allah istedi ve aldı, yapacak hiçbir şey yok, onu geri getirmek imkansız. Ne yaparsak yapalım, artık o yok, diyerek kabullenmemiz gereken gerçeği kulaklarımıza da duyuruyoruz.

Üçümüz de Barış'a farklı bağlarıyla bağlıydık. Sevgimizi gösterme şekillerimiz farklıydı. Herkes onunla kendisi arasında açtığı yol üstünde oturup acı çekiyor. Kendi anılarıyla, kendi yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla yüzleşerek, bazen üzülerek, bazen iyi ki diyerek.
Ve evet, bu bir süreç. zamana güvenmeliyiz, sabretmeliyiz.

Aslında ben birkaç iyilik kırıntısından bahsedecektim. Baktığımı görmeye başlıyorum demiştim ya.
Ama yine içime bakıp, gördüğümü yazmışım. Dönüp dolaşıp yine her yolu Barış'a çıkarmışım
Olsun.
İyi ki yazmak var. İyi ki harfler kelimeler ediyor.
İyi ki kalbimden kelimelere bir yol var.

Hayata bakıp gördüğüm ne, yazayım..
Yaklaşık bir aydır Tema vakfına gidiyorum.
Bu süreçte etrafımdaki herkes gibi oradaki herkes de dünyanın en iyi insanlarıyla dolu. Çok nazik ve sevgili hepsi. 
Barış'ımın ormanı şimdiye kadar bu amaçla yapılmış ormanların fidan adedi olarak en büyüğü imiş ve en kısa zamanda tabela sayısına ulaşabileni.
1 ay içinde 2000'i geçti. ( Bağış numarasını anons ettiğimizden 24 saat sonra 3000 fidan olmuştu)
Ve şimdi 11.143 tane fidanı var yavrumun. Karaağaç köyü yakınlarındaki araziye ekiliyorlar.
Mart sonunda bitecek. Oğlumun adının olduğu tabelayı gidip görebileceğiz. 
Adını daha mutlu yerlerde görmeyi isterdim ama böylesi uygun görülmüş. Bu bizim için, daha fani, insani bir istek ama o bitkilere ve hayvanlara can verecek bir sisteme aracı olduğu için belki daha ruhani bir amaca hizmet ediyor. Bilmiyoruz..
Tema vakfında vakit geçirip, birilerine yardım edip yüklerini hafifletiyor olduğumu bilmek iyi.  
(Barış'ın gidişinden sonraki ilk 15 gün içinde yönetim bizimle tanışmak istemiş. Gittiğimizde orada gönüllü olarak çalışmamın bana iyi geleceğini söylemişlerdi. O zaman için pek mümkün değildi. Mümkün hale geldi bu aralar.) 
Haftada bir ya da iki gün oraya gidiyorum. Günü geçirmeme yardım ediyor.

Başka neler yapıyorum?
Sabah kalktığımda ilk iş oğlumu rüyamda gördüm mü diye zihnimi yokluyorum. Sonra yine zihnim onunla dolu olarak bir fincan limonlu sıcak  su yapıp onun yatağında uzanarak dışarıyı seyrediyorum. Sakince içimi dinliyorum, oğlumla konuşuyorum.
Genelde her gün dışarı çıkıyorum. Ya bir arkadaşımla, ya kendime iş uydurarak, ya da sadece yürümek için. 
Evde kalmak çok iyi gelmiyor bana. Denedim, gördüm.
Kontrolsüzce Barış'ın fotoğraf ve videolarına bakıp, dayanırım, özlemimi gideririm diyorum ama tam anlamıyla, gördüğüm her şeyin, her duygunun altında kalıyorum.
Bunu ne kendime, ne aileme ne de Barış'a yapmamalıyım. Biliyorum. Ama bazen kendimi toparlamaya çalışıp dik durmak yabancı geliyor, sanki onu terk etmişim gibi. 
Biliyorum ki Barış karnımdan çıktığı gün kalbime girdi ve oradan hiç çıkmayacak ve kalbim ikimizi de yaşatmaya yeter. Ama işte böyle bazen hiçbir şey olmamış gibi, hayal görmüşüm, gerçek değilmiş gibi yaşadığım zamanlar da ağırıma gidiyor.
Karışık duygular, karmakarışık...

Gerçi Barış beni görüyorsa kızıyordur bile.
Konuşuyor olsaydık aramızdaki diyalog şöyle olurdu:
O- Annem niye üzülüyorsun ki? Çok normal bu.
Ben- Oğlum nasıl üzülmeyeyim, sen yoksun artık.
O- Bence üzülme ama üzülüyorsan da üzül n'apayım.
Bu oğlan hep böyleydi. Tek cümleyle meramını söyler, değiştiremiyorsa olduğu gibi durumun ya da duygunun sorumluluğunu sana bırakırdı.
Ondan öğreneceğim çok şey vardı.
Beni büyütecekti daha, hayatta olmanın ama hayatta olan hiçbir şeye ne bağlı ne de bağsız olmanın inceliklerini öğretecekti. Hakkıyla yaşamak ne, bilecektim ben de.
Oradaki yeni arkadaşlarıyla sohbet ediyordur şimdi. 
Gerçi hayatta olmak kimsenin odağı değil orada artık ama belki oradaki hayatta olmak buradakinden daha kıymetli bir şeydir. Bilmiyoruz...

İşte diyordum ki, hayatta baktığımı görmeye başladım ufaktan. 
Artık yavaş yavaş Instagram hesaplarımda fotoğraf paylaşayım diyorum, kahvaltı tabağı hazırlayıp, sağlıklı beslenmekle ilgili öğrendiklerimi yazayım, ses vereyim artık.
Sessizliğimde sağırlaşmamak için biraz sesleneyim.
Bunları yapmak için coşkun bir isteğim yok ama en azından yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. 
Olduğum yerde kalmak hayatın ışığını kısmak demek, her gün biraz daha.

Kızım, eşim, ailem, arkadaşlarım, sevdiğim herkes iyi olsun.
Burada.
Barış'ım da orada iyi olsun.
Başka isteğim yoktur.
Onların iyilikleri bana bulaşır nasılsa.

08 Şubat 2019

Rüya

Oğlumu herkese anlatmak, ona mektuplar yazmak bu süreçle baş etmemin yollarından biri galiba.
Yazdıklarımı okuyanlar, benimle birlikte üzülenler, dua edenler, benim için bir şeyler yapmak isteyen herkesi bazen yazdıklarımla ve konuştuklarımla üzdüğümü düşünüyorum.
Ama her birinizin varlığına şükrediyorum, öyle güzel, öyle güzelsiniz ki. Beni dinliyor, okuyor olmanız nasıl kıymetli...
Allah hepinizin gönlündekini duysun, yüzünüzü güldürüp içiniz hep ferah tutsun dilerim.

Dün Barış'ı rüyamda görmeyi ne çok istediğimi yazmıştım, ona sarılma isteğimin dayanılmaz olduğunu.
Ve hepiniz dua etmiştiniz benimle.
Allah'ın elimi bırakmadığını ve sizin dualarınızın gücünü gördüm dün gece.
Barış'ım rüyama geldi. Sarıldım ona sımsıkı. Konuşmadı ama gülüyordu hep. Çok zayıftı ama hep zayıftı o zaten.
Uyandığımda kollarımı göğsümde kavuşturmuş buldum. Ona sarılmış gibi gerçekten.
Bir süre uyuyamadım, unutmamak için tekrar edip durdum, gözümde canlandırdım rüyamı.
Bugün de sizinle paylaşayım dedim.
Benim kadar sevineceğinizi bildiğim için...

07 Şubat 2019

Bilseydim...


Oğluma mektup yazıyorum ya, o yazdırıyor bana aslında..
Onunla iletişime geçmenin bir yolu belki.
Keşke karşılık alabilsem..
Düşünüyorum da..
Giderken bavulunu hazırlamana yardım ettim ben. Kışlıklarını koyduk, sıcak su torbası, grip ilacı, göz damlası, ağrı kesici, burun spreyi...
Geçen yıl da gittin yazlığa, ne güzel geri döndün.
Bu yıl seni kendi elimle hazırlayıp göndermiş olmama inanamıyorum.
Gidip bir daha gelmeyeceğini bilseydim, erir kapıya mühür olurdum.
Açılmasın o kapı, hiç gitme diye.
Geri gelmeyeceğini bilseydim eğer...
Hani tütsülenmiş bir çay sipariş etmiştin internetten. Çok da güzel bir kutusu var. O da geldi yazlıktan geri. Keyifle içecektin ne güzel..
Onun yerine bana kalp sızısı oldu, senin keyfin yerine..
Her gördüğümde kutuyu alıp seviyorum, öpüyorum, senin elin değdi diye sıkıca tutup seni hissetmeye çalışıyorum.
Çocukları yanlarında, gözlerinin önünde olan anneler..
Çok sevin onları, çok sarılın, çok vakit geçirin, gereksiz yere kızıp sinirlenmeyin, küsmeyin, üzmeyin..
Gidince parmak izinin izini sürüyorsunuz böyle...
Ama yine de düşününce, ona yazılmış 23 yılı güzel geçirdik.
Sevgimi ifade etmekte hiç zorlanmadım, ağız dolusu aşkla seslendim ona hep.
Yaptığı iyi şeyleri gördüğümü ve kıymet verdiğimi bildi hep.
Teşekkürümü de duydu, özür dilememi de.
Onu dinlememi istediği her defa yanında oldum, kulağımı dört açtım.
Uzlaşarak çözelim istedim her sorunu.
Sevildiğini ve taktir edildiğini bilmiş olması, sevgisiz hissetmemesi, doğru iletişim kurmaya çalışmamız, elimizden geldiğince isteklerini gerçekleştirmiş olmamız, misafirimiz gidince içimize bıraktığı bir kırık teselli gibi.
Evet, yavrularımız bize misafir.
Biz sadece dünyaya gelişlerine aracıyız.
Yuvalarıyız.
Konukhaneleriyiz.
Başka bir yere giderek, ya da dünyadan giderek, öyle ya da böyle bizden giderek misafir olduklarını söylüyorlar bize işte.
Hala "bizim" diye sahipleniyoruz oysa.
Allah'ın bize emanet ettiği misafirler onlar.
Emanetçiden başka bir şey değiliz.
Allah'ım emanetine iyi bakmaya çalıştım.
Ama ben de insanım, hatalarım oldu. Bağışla.
Yavrumu sana teslim ettim, geldiği yere, asıl sahibine.
Ona benden daha iyi baktığına inanıyorum.
Buradakinden daha iyi, daha huzurlu olduğunun haberini bana iletir misin?
Bir de ona sarılmak hissi çok dayanılmaz bu ara...
Buna da bir çare dilesem senden?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...