Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Temmuz 2011

Bodrum, Kos, İzmir


Tatili hepimiz dört gözle bekleriz.
Gittiğimiz yerde rahat etmeyi, mutlu anılar yapmayı, güzel fotoğraflarla dönmeyi umarız.

Herkesin tercihi başka başka; Otel, tatil köyü, apart otel, devre mülk, yazlık ev...
Bazen, gidilen yer neresi olursa olsun çok memnun dönülür, bazen bir daha gitmemek üzere kapatılır konusu. Bazen de, her şeyi öyle yeter ve mutlu eder ki sizi, bir daha başka yer bakmazsınız bile.
Her yıl aynı yere rezervasyonunuzu yaptırıverirken bulursunuz kendinizi.

3 yıl önce keşfedilmiş, Bodrum'dan mutlu fotoğraflarla dönmemi sağlayan yer: Ortakent. Yahşi plajı. Akça Otel.
Aslında benden önce keşfedilmiş, yıllar önce. Bana öneren bir arkadaşım.
Öyle sıradan bir arkadaş değil ama. Yıllardır hayatımda olan, arkadaşlığı tüyden hafif, konforlu, huzurlu, yanında kendimi mutlu hissettiğim ve bu oteli bana tanıttığından beri oraya onunla gittiğim biri.
Oteli seviyorum, onunla gidiyor olmayı ayrıca seviyorum:-)

Akça Otel'e Bodrum'dan dolmuşla yaklaşık yarım saatte ulaşıyoruz. Otelin arkasındaki dolmuş garajından Bodrum'a ya da yakın koylara gidebilme rahatlığımız var.

Otel denize oldukça yakın; odanızdan çıkınca tahminen 20 adımda denizdesiniz. Masmavi, tertemiz.
Odanız hergün temizleniyor. Çalışanları güler yüzlü, sorun yaşadığınızda çözüm üretebilengillerden.
Yemekleri lezzetli ve temiz.
Çorbalarını tatmalısınız. Her akşam aşçılara çorbalarını övdüm:-) Bir tanesinin de tarifini aldım tabii..

Yemekleri çok lezzetli ama öyle 80 çeşit değil. Evde ne pişiriyorsanız o; çorba, pilav/makarna, ana yemek, garnitür.
Ayrıca meze, salata ve zeytinyağlı barı var ki barbunyadan deniz börülcesine birçok çeşit var.

Kahvaltıda da öyle pofudukluğuna ve mis kokusuna aldanıp tabağınıza dolduracağınız, sonra evinize göbeğinizde yağ olarak getireceğiniz poğaçalar, çeşit çeşit ekmekler, börekler, çörekler yok.
Olmasın da zaten. Ha, yok dedim de, hiç yok değil yani.
3 çeşit ekmek var ve arada sigara böreği veriliyor. Kahvaltı barındaki kahvaltılıklar ziyadesiyle doymanızı sağlıyor zaten.
Domates, salatalık, yumurta peynir, kaşar, zeytin, reçel, tereyağ, bal, salam, krem çikolata, çay, kahve, karpuz. Bundan fazlasını benim bünye almıyor, alır da almak istemiyor:-)) Bu arada yeşil zeytini nefis!

Tatil köylerine de gittik zamanında.
Her köşede başka şey pişiyor, kahvaltılıkların çeşidinden başı dönüyor insanın. Yemekler ve tatlılardaki çeşitliliği demeyeyim hiç. 15 gün de kalsanız sıra gelmez hepsini denemeye.
Tamam, onun da başka güzelliği var ama sadelik ve yeterlilik de hoş geliyor insana bir zaman sonra. Yetiyor işte ne varsa.

Tatlı sevenlere yetmeyecek birşey var ama.
Tatlı konusunda üstad değiller:-) Benim işime geliyor, ayrı.
Ama arada tutturdukları oluyor, haliyle kaçamak yapıyorum.
Ertesi gün telafi yürüyüşü yapıyorum, geçiyor:-)

Yürüyüş için harika bir parkuru var, otelin tam önünden geçen trafiğe kapalı yürüyüş yolu. Akşam yemeklerinden sonra mutlaka yürüdük.


                                        Minik ara sokaklarında hediyelik dükkanlar şıkır şıkır.


Garajın girişinde soldaki kahvehaneye mutlaka gidin. Türk kahvesi ve çayını için, domatesli kaşarlı tostunu mutlaka yiyin. Şöförler yan masada oturuyor olacaklar ama tatilcilerle birlikte kahvehanede oturmaya alışmışlar. Kahvaltıdan sonraki kahve keyfimizi ve akşam yemeğinden sonraki çayımızı hiç eksik etmedik. Ayrı keyif...

Otelin önündeki yürüyüş yolunun sonunda, denize karşı spor yapabileceğiniz spor aletlerinden var.
Sabah erkenden yürüyüp, spor yapıp sonra denize girmek, oraya gittiğimde hep hayalim oldu:-)
Bir iki kere yaptım neyse ki.. Sabah denizinin keyfi başka.
Denizi zaten tertemiz ve tabii Bodrum denizi malum, biraz soğuk. Gerçi temmuzun ikinci haftası ısınmaya başlıyor ama birkaç hafta önce gittiyseniz denizin içindeki buz kütlesiyle kucaklaşacaksınız, haberiniz olsun:-)

Havuzu da var ama ben havuzsevmeyengillerden olduğum için hiç girmedim şimdiye kadar. (Hoş girsem de sanki yüzebileceğim de:-) Ama hakkımı yemeyeyim, artık denizde daha rahatım, tamam ayağım yere değmezse hala panikliyorum o ayrı ama yine de yüzebildiğimi söyleyebilirim ucundan kıyısından:-) )

Bu otele 3 yıldır gidiyorum ve her yıl neredeyse aynı yüzleri görüyorum. Müdavimleri var.
Hem yerli hem yabancı üstelik. Rahat ediyor gelen, tatilden beklediğiniz her şey bir arada.
Zaten müşkülpesent değilseniz, var olan her şey sizi mutlu ediyor, eksik gedik arayarak mutsuz olmuyorsanız, bir sonraki yıla yine aynı yere gideceksiniz demektir.
Burası ya da başka bir yer...

Bu otel bana yetiyor, mutlu ediyor her defasında.
Başkasına az gelebilir, şikayetlenebilir. Denemeden bilinmez:-)





                                      Sağdaki ağaç altını tercih edin. Gölgesi harika.





             Yemekten ve kahvaltıdan sonra çayınızı kahvenizi alıp gölgede keyif yapabilirsiniz.



Link:
http://www.akcahotel.com/

Bodrum'a gidince Bodrum'un çarşısını bir dolaşmadan olmaz.
Mado'da oturup dondurma yemeden hiç olmaz. Bu defa da arkadaşlarla toplaşma ve tatlı sohbet eklenir. Bodrum'un tadına doyum olmaz...





Kos Adası
İtalya seyahatinden sonra pasaportumuz ve hala 15 günü olan vizemizi kullanmak için Kos adasını gözümüze kestiriyoruz. Zaten karşı kıyıda, görünüyor ve Bodrum'dan katamaranla 20 dakika.
Biletimizi alıyoruz, düşüyoruz yola, varıyoruz adaya.
Aman da ne iyi ediyoruz, diyebilseydim keşke.
Tamam kötü de etmedik de. Yani adada bir numara yok pek.
(Aslında rehber eşliğinde gitmeli belki de. Ya da çok iyi araştırıp ne nerededir, tarihi nedir bilerek dolaşmalı. Böyle olunca havada kalıyor her şey, bir dolu yeri göremeden dönülüyor.)

Katamarandan iner inmez Türkçe konuştuklarını duyduğumuz iki kişiye usulca sokulup merhaba diyoruz:-)
Soruyoruz, nereye gidelim, ne yiyelim, ne içelim?
Ada küçücük; iki üç cümleyle özetliyorlar günümüzü:-)

İlk iş mini trene binip adayı 20 dakika boyunca turluyoruz. Ne görüyoruz? Hiç. Enteresan birşey yok yani. Bildiğiniz yazlık evler. Merkezinde birkaç şık mağaza.Tek tük tarihi yapı.
Bu.



İniyoruz trenden. Aç karnımızı doyurmamız lazım. Lokal bir restoranda lokal yemekler tatmak istiyoruz. Birkaç restoran bakıp birinde karar kılıyoruz.
Önünde yakışıklı, adaleli bir gencin çığırtkanlık yaptığı bir restoranda menüyü inceliyoruz:-)
Adaleli gence, oraya özgü ne yiyebiliriz, diye sorarken, o da bize, alışveriş için girdiğimiz dükkanlardan birçoğunda olduğu gibi, nereli olduğumuzu soruyor.
Türkiye, deyince, babam Türkçe biliyor diyor ve çağırıyor babasını. Menüdeki yemekleri soruyoruz; yarı İngilizce, yarı Türkçe anlatıyor. Tam Türkçeyle de, çay-kahve ikram, diyor, anında tav oluyoruz:-)
Çay kahve sevgimden değil, ikram olduğundan hiç değil, adamın bunları bizi tavlamak için Türkçe ve şirince söyleyişinden onlarda yemeye kadar veriyoruz.:-)

Seçtiğimiz yemekler geliyor. Kültürel ortaklığımız tabaklarımızda.
İsimler farklı, tatlar aynı.
Souzoukakia. Bildiğiniz İzmir köfte ki bizde patatesi kızartılıp soslanır ama onlar soslamadan koymuşlar. Yanında da kabaklı karışık bir pilav vardı.


Diğer yemek de lazanya mousaka, yani bildiğiniz musakka. Sadece kabak ve kızarmış patates eklemişler, üzerine de beşamel sos, lazanya kılığında sunuyorlar.
Onda da bir numara yok. Tat kötü değil ama süper mutlu olmuyoruz yediklerimizden. Üstelik sunum da şık değil.


                                   Yunan salatası istedik yemeklerin yanına.
                                   Soğan, domates, salatalık, yeşil biber, zeytin, peynir.
                                   Hayır. Bu da olmadı. Sıradan.


İkram kahvemi de içemedim. Tadı feciydi. Sakızlıydı sanırım ama küflü bişeyler tadıyordu. Nezaketen bir iki yudum aldım.
Türkçe bilen restoran sahibine, bize yemeklerin nasıl olduğunu sormasına fırsat vermeden, uzaktan el sallayıp koşar adımlarla uzaklaştık:-)
Kos adası yemekleriyle beni benden aldı:-))


Kos bisiklet ve motosiklet adası. Bisiklet yolu var. Park yerleri var. Aslında keyifli. Her yere gidebilirsiniz bisikletle. Avuç içi kadar yer zaten. Bisiklet kiralamanızı öneririm.

Tarihiyle ünlenmiş bir yer değil o kadar. Ama Hipokrat'ın namı yürümüş orada. Araştırdım, anlatayım size de.
Tıbbın babası diye bilinen Hipokrat, M.Ö 460 yılında Kos'da doğmuş.
O döneme hakim olan "hastalıklar tanrının gazabıdır, doğaüstü güçler tarafından gelir" fikrine karşı çıkmış; hastalıklara fiziksel bozuklukların sebep olduğuna dair kanıtlar aramış.
İnsan iyileştirmeyi büyücülükle değil, bilimle, yaptığı deneysel çalışmalar ve araştırmalarla gerçekleştireceğine inanmış.
Bu çalışmalar da şimdiki modern tıbbın belkemiğini oluşturmuş.

Kos adasında Hipokrat'ın kurduğu, dünyanın ilk hastanesi olarak anılan Asklepeion'un kalıntıları, hala hekimlerin yemin tazelemek için gittikleri, ilgi çeken turistik bir yer.
2400 yıl önce Hipokratın öğrencilerine ders verdiği ağaç da turistlerin görmeden dönmeyeceği yerlerden biri.





Hipokrat'ın yemini kağıda basılı halde satılıyor. ayrıca heykelleri, kitapları, hediyelik bir çok eşyası da turistik açıdan gelir kaynağı Koslulara.



                                                           Yemini merak edenlere;


HİPOKRAT YEMİNİ

Hekim Apollon Aesculapions, Hygia Panacea Tanrı adına. And içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim.
Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim.
Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim.
Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi bilgileri ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim.
Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim.
Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vakit kötülük için değil yardım için kullanacağım.
Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim.
Bunun gibi bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim.
Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım.
Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım.
Bunun için yerimi ehline terkedeceğim.
Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim.
Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım.
İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan mazarattan sakınacağım.
Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.

GÜNÜMÜZDEKİ HALİ

Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhine kullanmayacağıma, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime, din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.

Kos Adası'nın diğer adı İstanköy. 12 Yunan adaları grubunun en büyük ikinci adası. Nüfusu 30 bin. 3 bin Türk yaşıyor. Biz de birkaçına denk geldik zaten. Turizm en önemli gelir kaynağı sayılıyor.

Adada mercan, sünger, deniz yıldızları, deniz kabukları satan yerler var..
Çokça da hediyelik eşya satan dükkanlar tabii...











                                            Tabii ki kendime magnet almadan dönmedim.




Kos'a gitmek Benim için neredeyse fotoğraf gezisi oldu. Bir sokak vardı, benim gibi herkes deliler gibi fotoğrafını çekti. Sokak beyaz, mavi ve mor. Aslında Bodrum'un renkleri. Sanki Bodrum, renkleriyle birlikte o sokağa taşınmış.









                                                                      Polis binası










                                                                Eski bir Türk hamamı.







                                              Bu da, hamamda kuru temizlenen ben:-)










Adaya 10:30'da gitmiştik. 17:00'de ayrıldık. Denize girmedik. Oysa ki bütün nevaleyi getirmiştim yanımda. Koca bir çantayı taşıdım ada boyunca..
Kendime sinir oldum her zamanki gibi!
Bana el çantası bile hazırlatmayacaksınız! O kadar saçma sapan dolduruyorum ki. O lazım olur, bunu da koyayım, aman bu da yedek dursun diye diye gülle gibi bi çanta yapıp götürdüm bir kaç saatliğine. :-)
İçinden sadece para ve fotoğraf makinası kullanıldı.
10 günlüğüne iki kişiye 10 çift ayakkabı ve terlik götüren kadından her şey bekleyiniz...
Bundan sonraki bavullarımı tıka basa doldurmayacağım diye kendime söz veriyorum ve tutamayacağımı bildiğimden halime kargalarla birlikte gülüyorum. :-)

İzmir
Bodrum ve Kos maceramızdan sonra İzmir'e geçiyoruz. Daha önce görmediğimiz yerlerini keşfe çıkıyoruz. Pazar olduğu için ehl-i keyf İzmirliler dinlenmekte. Heryerler kapalı. Açık olan birkaç yeri dolaşıyoruz.
Atatürk Müzesi'ne gidiyoruz, İzmir'in Kordon'una dolanıyoruz.
Bir dolu fotoğrafı da orada makinamıza yükleyip Şehr-i İstanbul'umuza dönüyoruz.

(Atatürk Müzesi, 1862 yılında tüccar Takfor tarafından yapılmış bir konak. Tarihi bina 1927 yılında Belediye tarafından Atatürk'e armağan edilmiş. Atatürk İzmir'e geldiği zaman bu evde kalmış, çalışmalarını burada sürdürmüş. Çok etkileyici. Eşyalar, dönemin ruhu, Atatürk'ün bir zamanlar orada var olduğunu bilmek farklı hissettiriyor...)






                                                         Atatürk'ün banyosu.


                                                                      Çalışma odası.



                                                       Atatürk'ün yatak odası.




Kıssadan hisse:
Bodrum Akça Otel'e bir gidile, bakıla, sevilirse kalına.

Kos adasına gitmek için öyle fazla istek duyulmaya. Yazdıklarım ve fotoğraflar sizi kesmiyorsa, gidile, görüle, aman gitmesem de olurmuş denile. :-)
Ama iyi ki gittim, kusur kalmadım diye de eklene:-)

İzmir'e gidile, görüle, sevile.

Tatile nereye giderseniz gidin, mutlu, neşeli, tazelenmiş, dondurulup sonradan bakınca "iyi ki" denilecek anlarla tıka basa dolu dönüle.

Benim anlatacaklarım bitti.
Hadi gidin şimdi nereye gidiyorsanız. :-)

İyi tatiller:-)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...