Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

05 Eylül 2019




Ortaköy’le Kuruçeşme arasında deniz kenarında küçük bir cami vardır. Oradan geçince mutlaka bahçesine inerim.
Deniz gören sakin, sessiz, sığınak gibi bir yer orası.
Barış’ımdan sonraki aylarda, yine yolumu kaybetmiş, birinin bana söyleyeceği her ne ise ona muhtaç, deli divane gibi yollarda ağladığım günlerden biriydi
Gittim, camiye girdim, imamla konuşmaktı amacım.
Bana bir şey desin.
Kan durmuyor yoksa.
İmamı göremedim, güvenlik görevlisini buldum.
İmam nerede acaba, konuşmak istemiştim, dedim. Konu neydi deyince, “Oğlumu kaybettim”le başlayan, boğazıma dizilen gözyaşıyla bitemeyen cümlemin ortasında görevli “İnşallah bulursunuz, dedi. Oğlumun kaybolduğunu sanmış. Keşke kaybolsaydı ve sonra bulsaydım, dedim.
Hepsini diyemedim.
Keşke, keşke, keşke diyebildim sadece.
Aslında kayıp değil ama dünyadan da gitmiş gibi gelmiyor.
Bence o bir yere gitti. Yani ya hala yazlıkta ya da başka bir yere gitti de gelecek gibi..
O çaresiz ve aklı olmayan ümit beni ayakta tutuyor belki…
Mesela tamamen ilişkisini kesip de gitmiş olsa, kitaplığında bana bitki bakımıyla ilgili kitap bırakır mıydı? Ne zaman almış, niye almış anlaşılmaz.
Anlatacaklarımdan sonra anlamlanabilir belki.
Annemin gidişinden sonra bitkilere merak sarmıştım ben. Ama öyle böyle değil. Devamlı yeni bitkiler, çiçekler alıyordum eve. Bir dolu saksı almıştım. Bir süre devam etti bu. Sonra geçti.
Barış’ımdan sonra da aynı şey oldu.
Bu defa daha fazla, daha derin. Neredeyse her hafta bir bitki alıyorum, her gün almak aslında içimden geçen.
Bitki, çiçek alamamışsam saksı alıyorum, nasılsa bir yerde değişik bir bitki bulup ekerim, diye.
Sanki bu, ona ait içimde kalan sevgiyi içimden dışıma koyabilmenin yolu gibi. Onları sevmek, konuşmak, bakımlarını yapmak, güzelliklerini, büyümelerini izlemek sakinleştirici gibi.
Bitki ve çiçek alıyorum ama ille de farklı olacak, değişik yaprakları, çiçekleri olacak.
Niye değişik?
Barış gibi değişik.
Barış gibi farklı.
Barış gibi güzel.
Barış gibi sevilesi.
Salonda oturduğumda görüş alanımdalar. Durup durup bakıyorum. Kesmiyor, kalkıp seviyorum, konuşuyorum. Topraklarını havalandırıyorum, kurumuş yapraklarından arındırıyorum. Sabah yapmıştım ama akşam da yapıyorum.
Barış yerine onları yaşatıyorum belki.
Kitaplığını temizlerken bulduğum bitki bakımı kitabı anlamlandı mı şimdi?
Nasıl gitti diyebiliriz ona?
Onu aldığı zaman hiçbirimizin bitkiye bu denli ilgisi yokken, sanki bugünü görmüş, bilmiş gibi bu kitabı orada bulmuş olmamı nasıl açıklayabiliriz?
Ayrıca niye gitsin ki?
Gitmesin.
Bir arkadaşım, odasından masasından, diye yazıyorsun ya, o odada nasıl durulur, o masada nasıl oturulur aklım almıyor, demişti.
Benim de aklım almıyor aslında.
Nasıl oluyor bu?
İşte böyle onun gitmediğinden emin olarak belki de.
Ya da gitmiş olamaz dediğimden.
Büyük bir yalanmış gibi düşündüğümden.
Evet, böyle bir şeyi düşündüğünde bile ölürüm deyip de, düşündüğünü yaşayınca ölmemiş olduğunu görmekten belki.
İçinde kendinin bile bilmediği, farkında olmadığın bir gücü taşıdığından.
Ya da tanıdığın tanımadığın herkesin sana ettiği sabır dualarından.
Ya da Allah’ın insana dayanamadığından fazla yük yüklemeyeceği yasasından.
Ya da hepsi.
Bilmiyorum.
Belki de en çok, olana bitene inanmamış olmaktan.
Durum inanmamaya evriliyor Allah eliyle.
Arada o olmasa senin gücün yetmez böylesi bir acıyı böylesi dizginlemeye.
Yoksa inansan, kavrasan, anlasan nasıl dayanırsın ki?
Kalbin erir.
Beynin erir.
Buhar olur uçarsın.
Yok olursun.
Olmuyorsun.
Yatağında uzanıyorum, koltuğunda oturuyorum, masasında yazıyorum, solumda gitarı, masa lambası, kitapları, dolabı, henüz açıkta görmeye hazır olmadığım üstünde örtü olan bavulları.
İçinde kıyafetleri.
Bitkiler salona sığmayacak yakında. Odasına getireyim, burayı yeniden şekillendireyim diyorum ama yok.
Eşyalarından istediklerini alıp geri kalanını dağıtmak gerek, diyorlar.
Ne eşyalarını evden çıkarıp birilerine vermeye ne de odasını değiştirip düzenlemeye hazır değilim.
Kendi kolilediği haliyle duruyor birçok eşyası. Tozlanmasın diye kendi elleriyle toplayıp kaldırdığı müzik aletleri, kabloları, halısı...
Onları verip odasının şeklini değiştirmek Barış’ı da vermek, ondan vazgeçmek gibi geliyor.
Her şeyi dursun, her şey onun istediği şekliyle dursun.
(Çekmecesinde iki tane pirinç küçük fil buldum geçenlerde. Tam da fillere, filli objelere karşı içimde anlamlandıramadığım bir sevgi duyarken. O iki pirinç fili çiçeklerin önünde bir yere koydum. Bu bile onu rahatsız etti mi acaba, diyorum, nerede kaldı eşyalarını vermek, kendi seçimlerini değiştirmek…)
Bu odada değişiklik yapmakla Barış’ın varlığını ya da yokluğunu ilişkilendirmediğim bir gün gelecek mi bilmiyorum.
Gelirse o zaman düşünürüm.
Şimdi burada onu düşünmek bana yeten.
Gönüllü çalıştığım vakıftaki güzel kalpli çocuklardan biri benim için kara kalem bir resim çizmiş.
Beni sadece oraya gittiğimde görüyor, Barış'ın devamlılığını kelebeklerde kuşlarda gördüğümden habersiz, içimde hissettiğim kurumuş yapraksız ağacı bilmeden çizdiği tabloda, güneşin içindeki kelebekler, sokak lambasının üstünde duran kuş ama çocukların gülen yüzleri.
Ve “Barış Abimize sevgilerle” notu.
Bazen baraj kapağı kıracak güçte oluyor kelimeler.
İçinde birikenleri taşırıp durduramadığın sele döndürebiliyor…
Nasıl dayanılır?
Dayanmak değil belki.
Nefes almak, görünürde akışta olmak, görünürde yaşamak.
Zahiri yaşam.
Bu.
Bir de geçenlerde babanın arabayı bıraktığı yerdeki otopark görevlisi beni gördü, sizin mi oğlunuz vefat etmişti, başınız sağ olsun, dedi.
Böyle uzun zaman sonra biri böyle şeyler söyleyince gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalıyorum. Zaman duruyor.
Ben öyle bir şeyin olmadığını gerçeğim edinmişken, oldu biliyor musun, diye beni sarsarak uyandırıyor olmaları zamanı durduruyor. Kanım akmayı durduruyor öyle zamanlarda.
İnanmadığını duymak kolay değil tabii...
Siz de inanmayın bence.
Öyle bir şey olmadı.
28.08.2019
21.00
Odandan, masandan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...