Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Aralık 2019

Çabala...




Deden hala bilmiyor.
Amerika’da olduğunu zannediyor.
Ama soruyor hep:
“Hayırsızdan haber var mı?”
“Haylaz ne yapıyor, iyi mi?”
Gönül koymuş sana belli. Haklı ama…
Ne arıyorsun ne soruyorsun…
Seni bana her sorduğunda, olabilecek en sahte halimle “Barış iyi babacığım, takılıyor, keyfi yerinde. Sen onu merak etme. Bizi de öyle sık aramıyor” demek kolay olmuyor. Olamıyor. Olmaz ki.
Sırf seni sormasın diye artık dedeni arayamaz, ziyaretine gidemez hale gelmiştim.
Halana söyledim, Barış’la onlar da haberleşemiyorlar, bu yüzden zaten üzülüyorlar, sen sorunca daha da çok üzülüyorlar. Sorma, bize sor merak ettiğinde, demesini rica ettim.
Babaannen en son şöyle demiş ona:
“Barış’a dön gel artık demişler, o da kabul etmemiş. Onlar da kızmışlar artık arayıp sormuyorlarmış, sen de sorma.“
O da kendince çözüm aramış artık sormasın deden diye, anlıyorum ama bunu bana söylediğinde çok üzüldüm, kalbim bile kırıldı. Ben sana kızmazdım ki bu yüzden, hele artık arayıp sormamak? Beş dakikadan fazla küs kalamazken seninle?
Biliyor musun ki, sen şimdi çıkıp gelsen ve desen ki,” Annem ben biraz yalnız kalmak istedim, gezdim, dolaştım, geri döndüm şimdi.”
Ben sana yine de kızmam ki. Hoş geldin, der bağrıma basarım. Bir yıldır yaşadığımız her şeyi anında unuttururdu senin kokun.
İçi gülen gözlerin.
Bunca yokluk içinde var oluşun.
Daha önce de sıra dışı kararlar aldığın oldu, elbet önce tepki verdim ama seni dinleyince anladım hep, anlamaya çabaladım en azından. Seni anladığımı söylerken senin de beni anlamanı isterdim hep. Anlıyorum ama bu böyle, derdin. Senin doğruların vardı, bizimkilerden uzak. Sana ait. Sen gibi.
Şimdiki doğrun bir yıl yok olmak ve sonra gelmekse ona da tamam. Seni sen olmaktan vazgeçirmemeyi öğrenmiştim ben.
Psikoloğuma senden bahsederken “gitti” diyorum hep. Dedi ki, gitmek fiilinin dönüşü vardır, beklentisi, ümidi vardır.
Kabullenememek bu tabii. Gittiyse gelir elbet.
Ama öyle değil, giden gelmiyor. Adına ne dersen de gitti mi bir daha gelmiyor. Böyle pufff! diye bir anda yok oluş bu. İllüzyon gibi ama gerçek.
Bir yıl boyunca bu yok oluşu reddedip, böyle bir şey olmuş olamaz, hayır, kocaman bir yalan bu, kabul etmiyorum, demekle geçti.
Bir yıl bitince, kabul etmesem de bu yaşadığımızın gerçek olduğuna aymaya başladım. Çok zor oldu. Çok. Çok.
Ruhum, kalbim, benim değildi sanki. Öyle benden bağımsız, öyle kontrolsüz.
En son yazdığım yazının fotoğrafındaki bulutlar var ya, içim tam öyleydi. Kapkaranlık, fırtınalı, sisli, puslu. Nefes alamadığım zamanlar oldu. Boğazımda bir elle dolaştım günlerce.
Hiç kalbinizin rendelendiğini hissettiniz mi?
Tam olarak böyleydi, kalbim rendeleniyor gibi.
Yürümek yatıştırıcıydı ama artık hiçbir şeyle yatışamaz hale geldim. Devamlı huzursuz, devamlı endişeli, bir türlü dinginleşemiyordum. Gözüm saatte bir an önce gün bitsin, uyuyabileyim de şu ruhumdaki çırpıntı ara versin, diye yalvarıyordum Allah'a. Ne yapacağımı, ne diyerek içimi sakinleştireceğimi bilmiyordum. Nasıl geçecek bu içimdeki fırtına? Geçecek mi? Sinir uçlarım açık, duyduğum gördüğüm olumsuz her şey bir kat daha dibe çekiyordu. Her söz, altında kalacağım kadar güçlenmişti, O yüzden bir süre kimseyle konuşamadan yalnızlaştım.
Hani kurumuş nehirler vardır ya, tıpkı öyle; sanki damarlarım kurumuş, içi örümcek ağı bağlamış gibi geliyordu. Kan akmıyordu içinde.
Öyle hayattan kopuk, öyle ümitsiz, öyle bitik, hiç. İyi hiçbir şey yok. Gördüğün hiçbir şeyin iyi bir yanı yok.
Ablanla birbirimizi devire kaldıra geçti zaman. O benim gözümdeki hüzünden, yaştan düştü, ben onun alamadığı nefesten. Tek vücuda gidip aynı anda nefessiz kaldık çoğu kez. Kirpik ucuma kadar mutsuz olduğum, yüzümün her çizgisinin, mimiğinin kederimden donduğu, minicik, cılız bir iyilik ışığı için yalvardığım zamanlar oldu.
Her acıtan gerçeğin belki kolay bir yolu var kabullenmek için.
Bu gerçeğin kabul yolu kolay değil.
Küçükken korktuğunuzda annenizin elini tutup arkasına saklanırsınız ya, o bir şekilde korur sizi, iyi gelir, sakinleştirir.
Benim annem de yok, Allah’a sığındım, ondan yardım istedim. Benim gibi bu yoldan geçmiş birini gönderdi bana. Onun eliyle elimden tuttu. Bana anlattı, geçecek, dönüşecek, acının içinden çıkıp yanında yürüyeceksin, sabret, dedi. Bebek adımlarıyla ama zamanla her şey iyiye gidecek, iyi gelen şeyler çoğalacak, dedi. O söylerken insan inanamıyor dediklerine, olabilir mi, iyilik hali gelir mi, diye merak ediyor ama sıkışıp kaldığım yerden çıkıp nefes alabilmek için inanmayı seçtim hep.
Bir ay önceydi, öyle bir karanlığa boğulmuşum ki, burnumun ucunu göremiyorum. Deli divane gibi ne yapacağımı bilmez haldeydim.
Siyah giyiyorum gittiğinden beri.
O gün içimdeki karada öyle boğuldum ki dışımdaki karaya takatim kalmadı.
Siyah giymiyorum o günden beri.
Dibin dibindeyken, daha dibi yok, diye kendiliğinden çıkmaya başlıyor insan belki. Siyah giymemek başka türlü gelmezdi.
Bunu artık dayanamadığım için yaptım.
Bir yıldır saçlarım beyaz. Ablan ve baban hep, sen ne zaman istersen o zaman boyat, hiç istemezsen boyatma dediler. Ama ablan normalleşebilmek, hayata karışabilmek ve beni de karıştırmak için içten içe boyatayım istiyordu, biliyorum.
Doğum gününde ona sürpriz yapmak için boyatma kararı aldım. Bir kere o amaçla çıktım evden ama yapamadım. Birkaç gün sonra bütün gün kendimle konuşup ikna olmaya çalışarak kuaföre gittim. Saçlarımı boyatacağım, dediğimi anlamadı kuaförüm, ağlarken yuttum tüm dediklerimi.
Anlaştık sonra, oturdum koltuğa. Kendi zamanımda değildi bu karar, o yüzden içimden kendimle savaşarak, içim hala yaslı ve yaşlıyken dışımı değilmiş gibi yapmak olur mu diye ağlarken boya bitti. Her fırça darbesi seni saçlarımdan sildi sanki. Buna dayanmak kolay olmadı ama yaptım. Zor olsa da yaptım.
Artık siyah giymemek ve saçlarımda beyaz olmaması, ilk zamanlarda bir gün olabileceğini düşünemeyeceğim kadar olmaz bir haldi. Seninle yürümekti onlar. Seni taşımaktı üstümde, başımda. Zaman seni önüne katıp akıtan nehir gibi. Bir köşeye takılıp kalsan da seni oradan alıp suya, önüne katıyor, ak diyor. Akman gerek. Kurgu, düzen, sistem yaşamak üzerine.
Yaşamak var da dünya rengarenk mi? Değil.
Hala küçük, esmer bir çocukta seni görüp gülümsediğimde gülüşüm yüzümde donuyor.
Hala yokluğuna bomboş gözlerle bakıyorum.
Henüz senin sevdiğin kahvaltıcıya gidemedim. Ama birlikte oturup kahvaltı ettiğimiz sonra sessizce yağmuru izlediğimiz kafenin önünden her geçişimde senin oturduğun sandalyeye takılıp kalıyor gözüm. Her defasında.
Hala gördüğüm eski bir fotoğrafta, o tarihte senin kaç yaşında olduğunu hesaplıyorum.
Geçmişten bahsedildiğinde hep, Barış vardı, evdeydi ya da okuldaydı, diye geçiyor içimden ve Barış’ı evde ya da okulda olanların nasıl büyük huzur duyduklarını düşünüyorum.
Barış’ın artık evde ya da okulda olmadığının nasıl huzursuz bir duygu olduğunu.
Nasıl anlaşılmaz dipsiz bir boşluk, yokluk olduğunu.
Kapıyı her açtığımda senin de anahtarınla açtığını geliyor aklıma
Sana benzeyen Barış’lar gördükçe yolun ortasına çakılıp kalıyorum.
Hala yokluğun kalbime çökünce gözlerimde donan kederi görüyor ablan ve baban, hemen çözmeye çabalıyorlar. Bazen eriyip akıyor, bazen onlar için kenarda tuttuğum, yakması zor yapay ışığı açıyorum gözüme.
Dünya rengarenk değil. Renkli bile değil.
Bugün bazanı açtım, sensiz eşyalarını gördüm yine. İrili ufaklı kutular var adına kargolanmış.
Alıcı: Barış Kömürcü.
Bu adı artık nerede göreceğimi düşündüm.
Bu gözlerin bu adı orada görüp de nasıl hala dünyayı görebildiğini.
Amcanın Viyana’dan getirdiği kaşar var ya, senin en sevdiğin. Bir sabah kahvaltıda doğrayıp getirmiştim. Annem nasıl doğramışsın öyle, bu hemen biter, ben kıyamıyorum yemeye, diyerek gidip kaşar dilimleyiciyle incecik doğramıştın. Ondan sonra o kaşarı tek sen ye diye yemedik biz.
Şimdi bir paket öylece duruyor buzlukta. Ne sen yiyebiliyorsun ne de biz.
Kabanını çıkardım bavulundan. Giydim. Büyük bana ama olsun, giyeceğim. Yeşil yün kazağını giyiyorum. Kıyafetlerini giymek sana sarılmak gibi. Arayıp da bulamadığım. Nasıl vereyim onları? Seni de içlerinde vermek gibi. Ama bazen benim giyemeyeceğim bazı kıyafetlerini düşünüyorum, versem mi, verebilir miyim, kime versem, diye. Belki onun da zamanı gelir ama zaten öyle azla yetiniyordun, öyle az kıyafetin var ki çoğu bende kalacak.
Benimle kalacaksın hep.
Sana ördüğüm boyunluğu da takıyorum. Boynumda, bana en yakın. Boynuma sarılmışsın gibi. Yazlığa götürmüşsün. Seviniyordum benim ördüğüm boyunluğu kullanıyorsun, diye. Bana sevgini belli etmezdin pek ama başka boyunlukların olmasına rağmen onu yanında götürmen içimi ısıtmıştı. Bunu okuyorsan şöyle dediğini duyar gibiyim:
“ Yooo, ben onu sıcak tutuyor diye götürdüm.”
Kesin böyle demişsindir. Gülmüşsündür hatta derken, yazarken beni gülümsettiğin gibi. Bu kadar düz, duygularını sakınmadan, saklamadan söylemen bazen incitiyordu ama bu sendin. Kimsenin olamadığı kadar şeffaf ve net. Herkese, her şeye rağmen cesur.
Geçen gün rüyama geldin, sarıldın bana gülerek, seni çok özledim, dedin.
Ben de seni çok özledim.
Ben de sana sarıldım. Rüyada sarılmak var.
İyi ki rüya görmek var.
Hatta rüyalar bu çaresiz özlem için var olmuş olabilir.
Ablan ilk zamanlarda seni rüyasında görünce mutsuz ve ağlayarak geçiyordu gününü. Ne şanslısın rüyana gelmiş Barış, diyordum. Hayır şanslı değilim, söyle gelmesin, sana gelsin. Rüyamda gördüğüm zaman daha çok özlüyorum, demişti. Ablan artık huzurla, mutlu anlatıyor senli rüyalarını.
Dün, orada iyi olduğunu bir bilsem, diye geçirdim içimden.
Bugün ablanın rüyasına gelip gözlerinin içi gülerek bakmışsın ona, oyun oynamışsınız birlikte, gülmüşsünüz.
Sağ ol oğlum beni duyup geldiğin için.
Sağ ol, dedim ben değil mi?
Sağ sanınca böyle oluyor belki.
Sağ ol tabii, orada sağ ol, iyi ol, mutlu ol.
Şükür bana iyi olduğunu gösterene.
Bin şükür de yanımda, kalbimin içinde, eli her daim elimde olan Didem’e. Evlerindeki masanın üzerinde kuzenin ve ablanla olan fotoğrafınız duruyor hala.
Bende gördüğü en ufak iyi hale gözleri dolacak, ağlayacak kadar seviniyor. Bütün doktor randevularıma benimle geliyor. Ne zaman seni anlatmak istesem kalbini, kollarını, kulaklarını, sonuna kadar açıp beni dinliyor. Bunca zamandır ona döktüm tüm kederimi. Kolay değildir gamlı, kalbi kara biriyle vakit geçirmek ama o her zaman buna gönüllü oldu, elini üstümden hiç çekmedi, hiç yalnız, başıboş bırakmadı beni. Sarıldı, benimle ağladı, benimle sustu. İçim ferahlasın diye Allah’a dualar etti.
Bütün arkadaşlarım, ailem hepsi benim için ellerinden geleni yaptı, aynı duaları etti biliyorum. Hatta tanımadığım ama seni anlattığım herkes dua etti. Seni anlattım, okudular, anlat ki yükünün birazını da biz taşıyalım, dediler.
Suyun dibinde boğulurken başımı çıkarıp nefes almaya çalıştığım zamanlarda bana nefes oldu dostlarım. Başka şeylerden, başka hayatlardan, olaylardan konuştular. Odağımı değiştirdiler. İyi görünmeye ihtiyaç duydum bazen, iyi ve normal gibiymiş gibi olmaya. Beni normalleştirdiler onlarlayken. İyi geldiler bana.
Şimdiye kadar kendimi bu kadar saklamadan anlattığım kimse beni incitecek tek bir söz bile etmedi. Saçlarımı boyattım diye içleri ferahlayan akrabalarım, komşularım var benim. Kendisi aynı yoldan geçmiş, benim anlattıklarımla kendi yaşadıklarına dönüp kötü olabilme ihtimaline rağmen beni dinleyen, yoluma ışık tutan, varabildiğim her tepenin başında durup benimle gururlanan gidenden kalan bir anne var.
Hangi birinize teşekkür edeyim, Allah’a bana bu kadar incelikli, nazik, iyi kalpli insanlar gönderdiği için nasıl şükredeyim, ne yapayım da gönlümdekini size söyleyebileyim, hiç bilmiyorum.
Allah hepinizin gönlündekini versin, duasını duysun.
Güzel günler göstersin.
Bunları neden yazıyorum böyle? Barış’ımı size anlatmak, onunla konuşuyor gibi yazmak, içimde birikenleri paylaşmak ve benim yaşadıklarımı yaşayanlara, sizi anlıyorum, demek için…
İlk başlarda öyle dipsiz bir kuyu içinde hissediyorsunuz, yol öyle karanlık ve bilinmez, öyle bir başınasınız ki, acaba bunu yaşayanlar ne hissetmiş, nasıl olacak, ne yapacağım, bu hissettiğim normal mi, diye korkulu gözlerle yolu buradan geçmişlerin ayak izini sürüyorsunuz. Onlardan yol haritası almak, yolunuza ışık tutulması öyle kıymetli geliyor ki.
Okuduklarında ya da dinlediklerinde kendini bulmak, “Evet, ben de böyle hissediyorum” demek insana iyi gelir ama böyle bir durumda iyi hissetmek değil de yalnız olmadığını bilmek ve “tam olarak” anlaşılmak var. Bu da iyi hissettirmiyor ama hissettiklerinin normal olduğunu söylüyor en azından. Normal olmak iyi olmaya tercih ediliyor böyleyken. Zaten yasın hiçbir yerinde iyi hissetmek yok. Başladığınız cümle iyi ya da güzel ile bitmiyor, bitmesi gerekiyorsa bile cümlenin ortasında öylece kalakalıyorsunuz.
Gidenden kalan yeni anneler varsa, onlara ne diyeceğimi bilmiyorum henüz. Ben de yeni bir yolun başındayım. Ancak kendi geldiğim yolda gördüklerimi anlatabiliyorum, anlaşılmış ve normal hissedebilsinler diye. Bir de benden önce bu yolu geçmiş olanların bana dediklerini. Kendi cılız ışığımdan onlara da tutmaya çalışıyorum. Onlar da benim ilk günlerim, ilk aylarımdaki gibi kabullenememenin pençesinde kıvranıp duruyorlar eminim. “Artık hayatımda iyi hiçbir şey olmayacak” inancı kemikleşiyor o dönemde. Bu yol dinleyerek, okuyarak ezber edilecek bir yol değil çünkü herkesin geldiği yol ayrı, insanlar, olaylar, duygular birbirinden farklı. Olan ortak, evet. Eşlik, benzerlik çok ama yolun mesafesi, uçurumu, karanlığı, fırtınası, sisi kalan annenin ve giden evladın kişiliğine ve birlikte yaşadıklarına göre derinleşiyor.
Yeni bir dönem bu. Bir yıl boyunca kabullenemediğim gerçekle yüzleşmeye çalıştığım yeni bir yol. Bundan sonrasını bilmiyorum. Öylece duruyorum. Emekledikten sonra ayakta durmaya başlayan bir bebek gibi. Karanlık, tavanı alçak, nemli bir yer altı dehlizinde emeklerken yer yüzüne çıkıp sıralamaya çalışıyorum. Nefes alabildiğim, ayakta durabildiğim her halime tutunuyorum. Sendeliyorum, yine düşüyorum ama bu çabamın babana ve ablana iyi geldiğini gördükçe bir şeylere tutunup yeniden kalkmaya çabalıyorum.
Süreç çabalamaktan ibaret zaten. Yapılacak başka hiçbir şey yok. Kabul etmek için çabalamak, iyi görünmek, kalanlara güçlü durmak için çabalamak, yaşamak için çabalamak.
Bundan sonrasını bilmiyorum, bildiğim ve keşke hiç bilmeseydim dediğim yerden geliyorum.
Yolda gördüklerim, hissettiklerimi, oğlum, anılarımız, özlemim, sevgim doldu taştı içime yine.
Yine alıp kalbinize koyacaksınız biliyorum.
Var olun, sağ olun siz.
20 Aralık 2019
15.13
Odandan
Masandan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...