Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

07 Mayıs 2019

Sensiz Seninle






Kaç gündür Feridun Düzağaç'ın Nadas şarkısındaki şu cümle geçiyor aklımdan.
"Hiçbir şey diyen bir cümlenin ortasına terk edilmiş bir kelimeyim."
Aynen öyleyim.
Hatta ensemden tutulmuş kocaman, bilmediğim, anlamlandıramadığım devasa bir boşluğun içine atılmış gibiyim.  Tek başıma.
Küçücük, ufacık, içine kaçmış, etrafına şaşkınlıkla, ürkerek, korkuyla kocaman gözlerle bakan küçük bir kız çocuğu gibi.
Bilmiyorum bu olunca nasıl hissediliyor ya da hissettiklerim normal mi? Bundan sonra nasıl olacak. Bilinmezlik yutuyor insanı.
Bu bilinmezlikte benden önce yutulmuş çok kimse var, maalesef ki var.
Onlar ne yapmış, nasıl baş etmiş, ne hissetmiş, anlamışlar mı, kabul etmişler mi, diye cevapsız bin soruyla kalakalıyor insan.
Damdan kafa üstü düşülüyor, damdan kafa üstü düşenden başkasında yok bu soruların cevapları.
Ne zamandır araştırıyorum, cevap bulurum, diye. Makaleler okuyorum, kitap bakıyorum, terapiye gidiyorum, video izliyorum.
Genellenen, kalıplaşmış bir kaç maddeyle sınırlandırılmış yas sürecini anlatan yazılar var.
İnkar, kızgınlık, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme yas sürecinin aşamalarıymış.
Ben hala ilk aşamada, inkarda takılı duruyorum.
Daha ilk maddede olduğum yerde kalmış olmak sürecin akışkanlığına ikna etmiyor. Kabullenmeye hiç gelemeyecekmişim gibi geliyor.
Kitabi bilgilerden fayda olmadığını görünce kalbi bilgilere yönelip, bu süreçte benim gibi hissetmiş olan birilerinin ayak izini sürmeye başladım.
İçimde dönenleri normalleştirmek, yasallaştırmak için.
Yalnız olmadığımı bilmek o korkak, ürkek kız çocuğunun elinden tutup sakin ol. Bu böyle. Korkma, yadsıma, güçlü ol diyen, saçımı okşayan elin şefkatini istiyorum.
Bir yakınını kaybetmek herkesi farklı yas sürecine sokuyor.
Aynı aileden bile olsa herkes farklı yaşıyor.
Çünkü herkesin gidenle ilişkisi farklı, kendi kişiliği farklı, kriz anlarında ya da sorun yaşandığında verdikleri duygusal tepkiler farklı.
Ailede daha önce kayıp yaşayıp yaşamadığı bile süreci nasıl geçireceğini belirleyebiliyor.
Gidenin ne şekilde gittiği de acıyı derinleştirebilecek güce sahip.
Yine de mutlaka bir ortak dili var acının.
Evladı gidenlerle konuştum, kabullenememek ortak paydamız, onu gördüm. Ama kimsede derman yok başkasının derdine yarayacak.
Bu belli.
Dermanı kendin arayıp bulacaksın el yordamıyla, Allah'ın yardımıyla.
Cemalnur Sargut'u dinliyorum, Allah'la konuşturuyor beni.
Ondan mesajlar, selamlar, ferahlıklar gönderiyor bana.
Kader daha önce yaşanmış bitmiştir, biz burada sadece hatırlıyoruz, diyor. Demek ki yaşanacaklar asla değişmez.
Teslimiyeti öğretiyor.
Sabret diyor, sabret, sabret..
Bu öyle bir çaresizlik ki sabretmekten başka yapılacak bir şey yok.
Allah yaşa, diyor. Yaşıyorsun.
Ne kadar daha varsa sabırla, teslimiyetle, tevekkülle yaşamaya çabala.
Bunu ezber ettiriyor.
Allah gönül gözünü açarsa, gidenden selamlar da görülür duyulur olur, diyor bir de.
Bin şükür, o selamlar, mesajlar geliyor.
Her gün.

Gece yarısı rastgele seçtiğim bir kitabın içindeki satırlarda, yolda, televizyonda, kafede birinin isminde, bir sergi panosunun üstünde, balon harfte, tabelalarda, hep güzel oğlumun adı, selamı, gülüşü geliyor bana. Gülüşle selamlıyorum ben de onu. Canım benim merhaba, diyerek..
Her sabah odasında onu düşünerek, gitarının tellerini bir kere tıngırdatarak selamlaşıyoruz biz.
Bir şey izlemediğim, başka bir şey konuşmadığım, başka birini dinlemediğim her an aklımda. Dışarıdaki sesler sustuğu an içimdeki Barış sesleniyor.
Mesela kahvaltıya gittiğimiz kuzeninin merdivenlerinden çıkarken ayak izinde, evde oturduğu sandalyedeydi. Barış da pesto sosunu severdi, Lavaş da severdi. Kargoyla yazlığa göndermiştim, iyi ki gönderdin, çok iyi oldu, demişti,
Aileyle kahvaltı en sevdiği, o da burada olsaydı keşke.
Bir anım onsuz geçmiyor. Bazen içimden geçtiği her şeklini anlatayım istiyorum, bazen olmuyor içimden geçiyor sadece.
Kendim için bir şey yapsam da o yine yanımda.
Pazara gideyim, dedim geçen gün. Eskiden sabah erkenden gidip gözlemeyle kahvaltı edip sonra dolaşırdım pazarı.
Yine öyle yapayım, dedim, her günden başka bir gün olsun diye.
(Barış gözlemeye bayılırdı. Belki onun canı istemiştir, o yüzden gitmişimdir, şimdi hissettim bunu.)
Oraya her gittiğimde bana da gözleme alır mısın, derdi.
Aldım, hem kendime hem de sana aldım. Seninkinin yanına bir de içecek aldım. Ortaköy'de gelince genç bir simitçiye sen diye verdim. Sen yemiş kadar ol, diye.
Bir de hani Ortaköy'de hep gözleme aldığımız biri vardı ya, onunla karşılaştım aynı gün. Seni tanıyordu, çok da severdi. Söyledim artık olmadığını.
Seni tanıyan herkesin bilmesi gerekiyor gibi.
Öyle. Niye öyle bilmiyorum ama öyle.
Herkes biliyor artık burada olmadığını. Ben söylüyorum hem de.
Çok üzüldü. Keşke söylemeseydin abla, içime ateş düşürdün, dedi.
Geçen yılın ilk sensiz doğum gününde sevdiğin börekten alıp sahile gitmiştim. Sen yersin gibi, birini bulayım da yesin sevdiğin börekleri diye.
Caminin yanındaki sokakta, bankta altmışlı yaşlarında üç tane evsiz görürdüm hep. Onlar yesin istedim börekleri. Evsizler ama nerede mutluysalar orayı ev bilenlerden onlar. Dünya işlerine artık gamlanmayan, çözmüş, aşmış bitirmişlerden.
Diyebildiğim, boğulan sesimi çıkarabildiğim kadar dedim, bugün oğlumun doğum günü, onu kaybettim ben. Bu börekleri çok severdi, siz yiyin olur mu? Çok üzüldüler, başınız sağ olsun, dediler.
Sonra senden her bahsettiğimde yaptığım gibi telefonumu çıkarıp fotoğrafını gösterdim. İçlerinden biri şaşırdı görünce, ben Barış'ı tanıyorum, gelir sohbet ederdi bizimle. Nasıl iyi bir çocuktu, sakin, sessiz..
Bizim de başımız sağ olsun, bizim de...
...
Hep diyorum ya, Barış kendi yaşında değildi, diye.
Sohbet ettiği yaşların gözlerindeki yaştan anladım bir kere daha.
Seni tanıyan her bir kimsede bıraktığın senden selamını alıyorum.
Arkadaşının annesinin dükkanına uğradım geçenlerde.
Barış bir melekti, dedi. Buradan geçerken tatlı tatlı gülümserdi, selamlaşırdık, dedi.
Hala melek, dedi. O orada çok iyi merak etme, üzülme.
İşte böyle evlatçığım...
Üzülme denir de, belki sen de diyorsundur da, işte olmuyor.
Üzülmek hep var.
Sen yokken içimde katılaşıp  ağırlaşan özlem, hüzün, çaresizlik, keder uzun zaman içimde dolaşıyor. Hücrelerimde.
Ama artık duracak yer bulamayınca birbirlerinin üstüne basa basa çıkıp gözlerime doluşuyorlar.
Oradan parmaklarıma, oradan harflere, kelimelere.
Yokluğu anlatarak yoklukla baş edebilmenin yolu belki bu.
Benimle aynı hissederek yazan birinin kitabını okumaya başladım bugün.
(…)
"Öyle  anlarda gerçekle düş arasında bir yerde sıkışmış, olup biteni kavramaktan ve yorumlamaktan uzak aciz biri olup çıkıyorum. Zor, çok zor..."
Diyor.
Beni diyor.
Öyle ortak ki dilimiz, hissimiz, hassasiyetlerimiz..
Adı Şengül Hablemitoğlu. Kitabının adı Gri Kitap.
Onun gideni eş.
Anne, baba, kardeş, eş, çocuk her giden yüklü bir miras bırakıyor varisine.
Mutsuz.
Üstelik herkeste aynı mutsuzlukta.
Sadece miktarı değişir belki.
Ama mutsuz.
Ama kederli.
Pek kederli...
Hep kederli.
Bu kitapta hislerime karşılık bulmak, evet, işte ben de böyle hissediyorum demek, anlaşılmak, sürecin nasıl işleyeceğini görmek elimi tutan güvenli bir el gibi.
Allah'ın bana gönderdiği mesajlardan biri.
El onun eli.
Bir gün oğlumu görüp ona sarılabileceğime inançla, hayatı oğluma layık yaşamaya çalışmak, çabaladığım, elimden gelen tek şey.
Özlemle.
Sevgiyle.
Odandan, masandan
7 Mayıs 2019
10 05
***
Feridun Düzağaç'ın bu şarkısını severken, sözleriyle bir gün gönül birliği yapabileceğimi hiç düşünmezdim...
NADAS
Otlarım yanar
Sensizlik nadasında toprağım;
Birazcık dinlensin, büyüsün yeşersin...
Gelmeyişin.
Hiç bir şey diyen bir cümlenin
Ortasına terkedilmiş bir kelimeyim;
Öznesiz..
Zamansız..
Zarfsız...
Mektupsuz...
Adressiz...
Dört yanım hasret
Unutulmuş bir ada gibiyim;
Açıklarımda batmış yüz binlerce gemi
Limanım yorgun yastan...
Seni arar durur bir körebeyim
Çık ortaya n'olur, yaralarım iyileşsin
Çok zaman geçti... Çok zaman geçti,
Haber vermeden gelme, zor olur;
Ürker tenhalığım, kıskanır ağlar belki
Ama ben ağlayamazsam gücenme n'olur
Gözlerim bitti,
Gözlerim...
Bitti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...