Dün Kadıköy'e konsere gittik biliyor musun? Sen de
giderdin ya hep.
Konserde senin de bir besten çalındı ama
sen yoktun.
Konser salonunda adın duvardaki perdeye
yansıtılmıştı.
Adın perdedeydi, sensiz, sahipsiz, bir
başına.
Gördüğüm anda gözlerime sahiplendim.
Sana bakar gibi baktım ona.
Sen varken de gözlerimde sevgiyle
bakardım sana.
Yokken de.
Yokluktaki sevgi sulugöz haliyle.
Bir kadın yaklaştı yanıma, iyi misiniz,
dedi. Ağlamayın, hiçbir şey ağlamaya değmez.
Duvara yansıyan adını gösterdim, o çocuk
benim oğlum ama burada yok, olmayacak hiç, gitti o, dedim.
Kadın bir adım geri çekildi, sessiz,
sözsüz.
Bir ara adını yansıtan aletin önünde
biri durdu, adın görünmez oldu. Dedim, rica etsem biraz çekilebilir misiniz,
oğlumun adı görünsün.
Dedi ki, aa ne güzel değil mi, benim
oğlum da performans yapacak birazdan. Ne mutlu, ne gurur verici.
Ona ne dedim hatırlamıyorum.
Gözyaşları konuşur bazen.
Diyen dediğine üzülür.
(Arkadaşının babasıymış oğlunu izlemeye
gelen. Konuşmuştuk arkadaşınla, ona yaptığın enstrümanla performans
yapacağını söylemişti. Enstrümana dönüştürdüğün o küçük kutuyu ablanla birlikte Ortaköy'den
almışsınız. Bak senin için ne yazmış:
"Barış hayatımda en ilham aldığım
insanlardan biriydi. Toplumla olan ilişkisi ve insanlarla olan iletişimi anlamında
hala onu örnek alacağım bir çok olay yaşıyorum. Olaylara baktığı yerler ve
düşünüş biçimi sizi sürekli ufkunuzu açmaya zorluyordu. Performans yapacağım
alet Barış tarafindan bana yapılan bir Atari Punk Console. O dönemki müzik
yapmak, yazmakla ilgili olan sorunlarımı fark edip "Hadi biraz noise
yap." diyerek hediye etmişti.
Özel bir insan, dost Barış."
Ne güzel senin hayatına giren herkes...
Hepsi sevgili.
Konser senin bestenle başladı.
Anlatmıştın bana heyecanla.
Esinlendiğin objeyi, onun hareketini,
müziğe nasıl uyarladığını.
Performans ödevlerini bitirdikten sonra
mutlaka bana gösterirdin.
Otururdum yanında, uzun uzun, teknik
detaylarıyla, ne düşündüysen, ne yaptıysan her şeyi anlatırdın.
Sorular sorardım, ne güzel olmuş oğlum,
derdim. Sonra babana, sonra ablana anlatırdın. Bazen üçümüz birden gelirdik
odana, üçümüze anlatırdın.
Nasıl güzel bir yıldı geçen yıl, nasıl
mutlu gidiyordun okuluna. Müziğe aşkın nasıl yüzünde, dilindeydi.
Dün herkes gördü bunu.
Sadece adın vardı duvardaki perdede ama
bence herkes hissetti seni orada...
Notalara koyduğun kalbin attı, duyduk.
Performans yapan herkesin kendini
anlattığı ve programın yazılı olduğu bir kitapçık vardı.
Adının altında sadece besteni
açıkladığın bir yazı var. Onu fark edince çok üzüldüm, sen de onlar gibi
kendini anlatamamışsın, diye.
Ama şimdi okuduğumda aslında sen
bilmeden kendini anlatmışsın, anladım.
"(…)
Sarkaçlar devinimleriyle beraber
başlarlar yalnız çok zaman geçmeden birbirleriyle olan eşzamanlı döngülerinden
çıkarlar ve rölatif salınımları sürekli değişir. Zaman geçtikçe bazı sarkaçlar
birbirleriyle eşzamanlı hareket edip sonra eşzamanlılıklarından çıkarken, diğer
bir grup bu döngülerden geçer.
Sonunda tüm sarkaçlar yeniden eşzamanlı
hareket ederek döngüyü beraber bitirirler.
Sonrasında enerjileri yettiğince yeni
döngüler meydana gelir. "
Döngü devam ediyor oğlum...
Sessizce.
Ben şimdi odandayım, masandayım, burada
yoksun.
Yaşadığın eve gittim, orada yoktun.
Okulunda yoktun.
Müzik yaptığın yere gittim, müziğin
vardı ama sen yoktun.
Dinlerken bir izleyicilere baktım, bir
sahneye baktım, sen varmışsın gibi.
Yoktun.
Ne biçim bir boşluk bu???
Nasıl bir yokluk.
Bir nefeslik bile yoksun,
Bir görümlük, hiç...
Dün çok istedim rüyama gel, konuşalım
dünü diye ama sabah baktım, orada da yoktun.
Konserin olduğu yere daha önce
gitmiştin, o sokakta, o kulüplerde olmuştun, müzik yapmıştın, dinlemiştin, dans
etmiştin.
Konserden sonra indik aşağıya.
Sokakta o kadar çok Barış vardı ki,
senin yaşında, senin ruhunda, senin kalbinde.
Ama biri bile gelip bana
"annem" diye sarılmadı. Çok istedim, sen onlardan biri ol, çık gel
yanıma diye ama yok...
O genç kalabalıkta senin olmamanı hiç
bir yere alıp koyamadım.
Arkadaşlarına sarıldım ama sana da sarılmak
lazım gelmişti.
Geliyor.
Hep öyle.
Ara ara telefondaki fotoğrafını açtım
konser sürerken. Sen de dinle, diye.
Ama dedim, senin mutlaka haberin vardır
ve oradasındır zaten.
Arkadaşın dedi, Barış sizin üzülmenize
çok üzülüyordur, ağlamayın.
Azıcık ağlamamak oldu.
Ama seni dinlemeye gelip seni görememek
olmadı.
Ağlatır.
Elbet.
Rüyama belki ondan gelmedin, onca rica
ettim uyumadan.
Kızma bana, üzülme üzülmeme.
"Anne olacağıma taş olsaydım"
diyen anneanneni anlamaya çalış sadece.
Bilgi Üniversitesi'ni seçmiş olmanı ve
ısrarla orada müzik okumak istemenin sebebini dün anladım bir kere daha.
Her yıl yapılan etkinliği bu yıl sana
ithaf eden hocalarına, senin için müzik yapan arkadaşlarına sağ olsunlar desem
ne az, ne cılız kalır.
Kâğıda yazdığın besteni enstrümanlarla
kaydedip bize duyurdular.
Buna ne diyeyim?
Öyle kıymetli, öyle nezaketli, öyle
zarif ki.
Dün gece için emek eden herkesi,
Barış'ımın arkadaşlarını ve yanımda olan bütün ailemi ve dostlarımı kalbimdeki
bütün sevgimle kucaklarım.
Seni de.
27 Nisan 2019
08.50
Odandan, masandan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder