Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Nisan 2019

Kelimeler Kifayetli Bazen

Yaklaşık 13 yıl önceydi. Evimize yeni taşınmıştık.
Arka balkonda çamaşır asarken, yandaki binanın balkonunda yaşlı bir teyzenin bir şeyler söylediğini duydum.
Bana doğru bakıyordu, efendim teyzecim, dedim, benim kocam öldü, dedi.
Arkasından bir şeyler daha söyledi ve sonra ilk söylediğini tekrarladı. Sanırım yeni, diye düşünüp üzüldüm. Sonra belki kocasının gidişini kaldıramadı normal düşünemiyor artık, dedim yine üzüldüm.
Yıllar sonra, o teyzenin hiç tanımadığı birine neden bir yakınının öldüğünü söylediğini anlayacakmışım.
Barış'ımın haberini aldıktan sonraki saatler içinde gözümde donmuş buzlu yaşlarla tanımadığım, karşıma çıkan herkese, benim oğlum öldü biliyor musunuz, dedim.
Böyle, beni duymaz ya da görmezlerse diye, kollarından çekiştirip dürterek..
Sonra evde balkona çıkıp bağırdım hem annem duysun Barış'ın onun yanına geleceğini, hem mahalledeki herkes duysun diye.
İlk birkaç gün böyleydi.
Sonra o kelime ki yukarıda bile zor yazdım, artık lügatimden çıktı.
Barış ve o kavram zihnimde, kalbimde bir araya gelemezken pat diye dilimden nasıl çıkar ki?
Çıkmaz, çıkmıyor, çıkmayacak.
Annem gideli 12 yıl olacak. Hala diyemedim öyle.
Vefat etti olur, gitti olur ama o diğeri olmaz.
Saygıda kusur ederim gibi geliyor. Değersizmiş, önemsizmiş, öylesine, işte ömrü bitmiş n'apalım, biz kendi hayatımıza bakalım, der gibi geliyor.
Hatta bir ileri seviye; hakaret gibi.
Oysa çok doğal bir kelime.
Evet.
Ölüm var dünyada.
Ölenden de, geçmiş zamanda kaldığı için geçmiş zaman kipleriyle bahsedilir.
Öldü, ölmüş.
Di'li ve miş'li geçmiş zaman bu kelimeye yasak değil elbet.
Ama anne, içinde yasaklıyor.
Kulağına da, gözüne de, diline de aynı yasağı koyuyor.
Yasak, anne dışındaki belki herkes tarafından kolayca delinebilir bu da çok normal, doğal ama belki biraz dikkat etmek lazım, diye yazayım, dedim.
Bir de şunu diyesim var hep...
Şimdiye kadar oğlumun içime doldurduğu kederi, özlemi, sevgiyi benimle paylaşan, ona yazdıklarımı okuyup ıstırabıma ortak olan, benimle ağlayan, sarılan, sadece susan, sessizce dualar eden çok güzel insanlar tanıdım.
Çok büyük bir çoğunluğu son derece insani olan merak duygusunu içinde tuttu, tutabildi.
Çok azı tutamadı.
Bana sordu, ne oldu oğlunuza, diye. Ama çok iyi niyetle, çok üzülerek, belki kendisine bir ders çıkarabilir diye, nezaketle hatta.
İlk zamanlar o donmuşlukla bazılarına cevap vermişim..
Ama şimdi bu sorunun bir anneye sorulmayacağını çok iyi biliyorum.
Ben de bilmezdim Barış'tan önce.
Oğlum yaşarken bir dolu şey öğretti bana ve gidişiyle de öğretmeye devam ediyor.
Çizginin bu tarafındayken kolay geliyor sormak hatta hiç yanlış değilmiş gibi. Belki ben de sormuşumdur evlatsız annelere, ne oldu da gitti, diye.
Ama işte ben çizginin öbür tarafına geçince o sorunun ne demek olduğunu anladım.
Niyet iyi de olsa özellikle anne, baba ve kardeşe sorulacak en son soru budur.
Başka yanındaki herkese sorun, bu insani bir merak, dedim ya sorun da yok aslında.
İlk yakınlarına sormayın tek.
Neden biliyor musunuz?
Öyle türlü çeşit duygudan geçiliyor ki..
Öyle çok çalkalanıyor ki içiniz.
Belki bir an durup hiçbir şey olmadı ki, diye kendinizi kandırıyorsunuz o esnada.
Delilik sınırlarında dolaşıyorsunuz bazen.
Ya da kafanızda binbir soruyla cenk ediyorsunuz.
Biriktirdiğiniz sabır, teslimiyet gibi sakinleştiricileriniz tükenmişken gelen o sorular ok gibi batıyor kalbinize.
Sebebi bilsek de sonuç değişmiyor.
Sonuç, sizi kocaman dalgalarıyla yutan uçsuz bucaksız okyanus.
Sebep dipteki bir kum tanesi.
Hayat gelenlerin yerine, gidenlerin olduğu bir kapı.
Biri geliyor, biri gidiyor.
O kapıdan daha kaç kişi çıkacak kim bilir..
İşte o kapının önünde bekleyen gönlü karalara neden sormayın diye, hele hele o kelimeyi arkasına ekleyerek sormayın diye, bir de böyle içimi dökeyim diye geldim, hiçbirinizi incitmediğimi umarak...
Dilerim o kapı kapansın, doğan kimse bir yerlere gitmesin.
Ve hatta, çocuklar ve gençler giremez, diye bir yazı asılsın üstüne.
13 Nisan 2019
13.30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...