Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

04 Aralık 2007

Ne zaman? Nerede? Nasıl?



Sabah kalkıyorsun.

O gün uçacaksın, bilmem nereden nereye.

Hazırlanıyorsun heyecanla.

Hadi, belki sıradan bir uçuş, heyecan da yok.

Gidiyorsun hava alanına.

Güvenlik kamerasında fiyakalı görünüyorsun, son kez göründüğünü bilmeden.

Geçiyor, oturuyorsun koltuğuna. Emniyet kemerini bağlıyorsun, aklına bin tane düşünce gelip gidiyor.

Biri çocuğunu düşünüyor, biri kocasını, sevgilisini, ana babasını., arkadaşını, işini.. Herkesin aklında türlü çeşit düşünce, iyi, kötü…

Uçağın düşme ihtimali bile sıyırıp geçiyor içeriden, ufak ufak…

Sonra ne oluyorsa oluyor, hayatının sonuna geldiğini görmeye başlıyorsun. Farkına vara vara. Hani uykuda gitmek bir parça iyi sanki. Uyumaya yatıyorsun, haberin yok uyanacak mısın, ne olacak?

Ama uyanıksın, gözün açık, bilincin açık. Düşmekte olduğunu görüyorsun. Film şeridi geçiyor mu bilmiyorum o gözlerden ama korkunun en derininin, en şiddetlisinin, en çaresiz çaresizliğin geçtiği kesin.

Kucağındaki minicik bebeğe sarılıyorsun, anne de yanında sana ve senin bebeğine sarılmaya çalışıyor…

Bir yanda annen, bir yanda bebeğin gidiyorsunuz işte.

Oysa ne çok mutluydunuz hepiniz, bebeğin mis kokusunu çekip çekip duruyordunuz içinize.

Bebek daha 1,5 aylık.

Geleceksiz bebek.

Tüm geçmişi 45 günden ibaret bebek. Hiç bir şey anlamadı dünyadan, yaşamaktan. Belki bir iki güldü belli belirsiz. O kadar.

Simdi annesinin yanında, birlikte uyuyorlar, deliksiz…

“Sen en güzel yerinde olsan da yaşamın

Alırlar götürürler bir yerlere zamansız.” (*)


Ne zaman, nerede, nasıl götürecekler bizi? Yaşamımızın neresinde olduğumuzun hiç önemi olmadan…

Tavşan ürkekliği duyuyorum bazen içimde.

Hastalıkla mı? Kazayla mı? Uykuda mı? Aniden mi?

Nasıl?

Bugün son mu? Uyurken, “yarın var mı?”

Evden çıkarken, “dönüş”.

Bir yerden bir yere giderken “varış”, sağ salim hem de..

Hepsi soru.

Hiç bir şeyden haberimiz yok.

Öyle, geldiği gibi yaşıyoruz. Bilmemek lazım tabii.

Her şeyi de bilmemek lazım öyle.

Bu düşüncelere saplanmadan kaçıp gidiyorum. Kalırsam fena çünkü.


Günü gün etmeye çalışmak lazım işte.

Yok, o ne der, yok, aman kızar mı? Bekleyeyim, istemeyeyim, susayım, aramayayım, soru sormayayım, alma, giyme, gitme, gelme…

Sonra alsın götürsünler sizi.

Kucağınızda kalakalsın istediklerinizin, yapamadıklarınızın hepsi…


Ertesi güne gözümü açmayı bile lütuf görür oldum.

Eh hadi bakalım, bugün de yaşıyoruz diye. Yaşıyoruz, çoğul, evet çünkü çoğulumun içinde tüm İstanbullular var.

Depremi bekliyorlar burada, bütün bilir kişiler. Söyleyip duruyorlar. Söyleniyorlar hatta. "Yapın bir şeyler!" Hem devlete, hem bize.

Ne yapıyor hem devlet, hem biz, bilmiyorum.

Ben hiç bir şey yapmıyorum.

Nerede silkeleneceğimden habersizim çünkü. Evde mi, sinemada mı, sokakta mı, arabada mı?

Tevekkül içindeyim. Teslimiyet hali. Yapacak bir şeyimin olmayacağını düşünme hali. Yaşayacağım varsa yaşayacağım, kadere direnmeme, inatlaşmama hali.

Çoooookkk uzun yıllar daha yaşamayı isterim. Ama bir dezavantajı var, bütün yakınlarınızın gidişine göz tanıklığı ediyorsunuz. Her gidişte bir parça götürüyorlar sizden. Ufacık kalıyorsunuz. Yaş büyüyor ama iç kalmıyor dayanacak. Ya da belki tam tersi, taşa dönüyorsunuz, göre göre hissizleşiyorsunuz…

Devam ediyor ama yemeniz, içmeniz, nefesiniz, her şeyiniz kaldığı yerden devam ediyor. Zaman alıp götürüyor, gidenden üstünüzde, içinizde ne kaldıysa.

“Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
Iyi günler bekliyorsan hele
Iyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yasamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu” (**)



Bu şiirin her satırındayım!

Yaşamak güzel şey!


Dışarı da güneş var şimdi, soğuğa rağmen.

Evler ne güzel, yerinde duruyor. Ağaçlar az yapraklı ama nazlı nazlı salınıyorlar.

Hayat yaşıyor.

Nefes alıyor.

Arabalar sesli, çocuklar sesli, rüzgâr sesli, sessizlik bile sesli ve onun sessizliğini dinlemek bile beni mutlu ediyor.

Hal böyleyken gitmek fikri biraz hüzünlendiriyor.

Gidenleri görmek, “ne zaman, nasıl acaba” diye sorduruyor, ardından da “bırak yahu yaşamana bak, sana ne zamanından, nasılından. Yaşa yaşayabildiğinin en güzelini, bekle ve gör.” Dedirtiyor içten içten…


Sağlıkla yaşlanmayı dilerim. Hayatımdakilerin huzuruna, sağlığına şahitlikle birlikte…


Sabah kalkıp buradan oraya giden ve giderken bir daha görmeyeceklerini, duymayacaklarını, nefes almayacaklarını bilmeyen 56 kişi, dilerim ki çok güzel hayatlar yaşamışsınızdır. Dilerim ki şimdi olduğunuz yerde de afiyettesinizdir.


Onların yakınları…

Evinizde, içinizde yangın var biliyorum.

Sönecek, korlanacak.

“Yandı bitti, kül oldu” olacak.

Biraz zaman gerek.


O zaman sizin için çok çabuk geçsin…

Sabrınız acınızdan daha derin olsun…






(*) Ümit Yaşar Oğuzcan- Ölüme Gazel

(**) Melih Cevdet Anday- Yaşamak Güzel Şey


http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=64O66O70O70O
gazeteci.tv sayfa linki.

2 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...