Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Aralık 2007

Sor, bekle





Neden?

...

Susunca bitmiyor ama. Cevap lâzım.

...

Bir daha "neden" diye sormamam için, neden?

...


Bitişlerin ardından sessizliğe boğulmak, susan için güzel bir şey belki.

Susmak nefis. Susmak kolay.

Cevap bekleyen için kötü.

Kötü.



Konuşunca konuşursunuz, sorarsınız, söylersiniz, belki saldırırsınız, savunma beklersiniz.

Kavgacı olursunuz bir parça

Sahibi vardır kavganın. İki kişisinizdir.

Kendi kendinizle kavgaya terk edildiğinizde tekme tokat, kötü işte.

Biriyle didişmenin sonu bitiştir, devamdır, belki durmaktır.

İlle hallolur sonunda. Yürür gidersiniz.



Suskunluk duruyor durduğu yerde.

Durduruyor.

Bekletiyor.

Kötü.



Bazen aslında söyleyemediklerimiz için susarız değil mi? Hani söylesek bir yere varmayacak, ya da vardığı yeri kırıp dökecek. İşte ondan susarız.

Ama bazen kırılıp dökülmek için bile duymak istiyor insan.

Hatta beklemek yerine, duyup kırılmak daha bir yeğlenilir oluyor.



“Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir.”

Bilince söylemek lâzım.

Ederini öderiz.

Ödenmeyecek, hazmedilmeyecek, kabullenilmeyecek, unutulmayacak bir şey var mı?

Zaman hepsinin üstünden silindir gibi geçiyor. Sıkıysa kabullenmeyin, unutmayın sonunda.

Zaman. Haşin sevgili.



Ama zamanın işlemesinden önce yapılacak şeyler var daha.

Susan konuşacak.

Nedeni, nasılı söylenecek.

Etekte kalmış irili ufaklı ne varsa, hepsi dökülecek ortaya.

Öyle tali yollara kaçılmayacak.

Ana yoldan, ana yoldan.



Taş kafa mı yaracak, batacak mı bir yerlere.

Olsun, kan revan içinde kalmak, sessizliğin sesiyle sağır olmaktan iyidir.



Duyduk mu duymaya ihtiyaç duyduklarımızı?

Tamam.

Aynanın buğusu gitti. Baktığımızı daha net görüyoruz.

Sindireceğiz olanı biteni şimdi.

Yap-bozun eksik parçalarını yerli yerine koyup, beli bükük soru işaretlerine yol vereceğiz.

Sonra elimizi yüzümüzü yıkayıp her şeyden, kendimizi zamanın şefkatli kollarına teslim edeceğiz.



Evvel zaman içinde kalbur saman içinde başka bir suskun gelecek belki.

Baştan konuşkan, sondan suskun.

Konuşacağız bitmez kelimelerle, noktasız, virgülsüz.

Her bir harfi içimize çekip mutlana mutlana.

Zaman geçecek.

Sen öyleydin, ben böyledim, sen şunu yaptın, ben bunu dedim’li sisli günler başlayacak.

Asla vazgeçmem’ler yalan olacak.

Gelinen yoldan tek başına geri adımlar duyulacak.

Her gün bir adım geri.



Sonra yine nedenler, nasıllar.

Karşılığında koskocaman susluklar.

Cevapsız kalmanın ümitsizlikleri.

Sonra ümitsizlikten çıkarılan ümitler.

Askıya bırakılmış aşklar.



Birlikte konuşup, birlikte susmak en iyisi.

En iyisi.



Aynı anda âşık ol.

Aynı anda vazgeç.

Sonların en temizi, en hasarsızı.

Bir tarafın kalbi atarken, diğerininki sus pussa, o şifalı zamanın geçmeyeceği tutar.

Öbürünün kalbi de sus pus oluncaya kadar.



Kalp sessiz, sus pus.

Güvenli limanlarda demirli.

Dalgasız denizin sükûnetinde.

Yeni bir dalga gelir, alır götürür belki.

Sağlam bir yelkenliyle.

Deniz bilgesi, adı gerçek, kendi gerçek, özgür ruh.

Sözünün eri.

Vazgeçmeyi hiç bilmeyen biri.


En sonunda…

Söz gümüşse, sukut altın değil.

Susmayı marifet sananlar, iyilikle eş tutanlar, suskunluğun buz gibi soğuk çirkinliğine bürünenler..

Gördünüz, çözülüp, susmayınca, rahat.

Soran, bekleyen rahat.

Susan rahat.



Biter, gider, he ne ise.

Sonsuzluk, bitimsizlik bize göre mi?

Değil.



O zaman, korkmadan, kaçmadan, bekletmeden, ümidin ümitsizliğinde debelendirmeden söyleyin, söylenin ve gidin.



Güle güle’miz hazır, cebimizde.

Korkmayın.

Buyrun işte.

Güle güle...

2 yorum:

  1. böyle güzel yazılarınızı okurken şiirsel bir coşku doluyor içime.
    ...
    ışık ve sevgiyle.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...