Yıllardan 2006.
Aylardan Nisan.
Hollanda'da yaşayan kuzenlerimden davet alıyorum;
Gelsene...
Imm...
Ama ben uçaktan korkuyorum, yüksekten korkuyorum..Üstelik hiç uçağa binmedim ben.
Gitsem mi? Yalnız mı? Ablamlarla mı?
Hiç gitmesem mi yoksa?
Derken kendimi tek başıma Amsterdam havaalanında buluyorum.
İyi ki..
Bu seyahat öyle mutlu ediyor ki, bir dahaki sefere hiç düşünmeden valizi toplayıp gideceğime inancım geliyor.
Uçmaktan da boş yere korkmuşum.. Kokrmak bir yana eğlendim bile.
Üç buçuk saatlik uçuş kesmedi..
Okyanus ötesi uçayım ben, hissine kapıldım inince.. :-)
Ama tabii ufaktan korkmadım değil:-)
Uçuş sırasındaki korkumu, olanı biteni bu yazıda anlatmıştım:
Bilmemek Aslında İyi Bir Şey
Kuzenler alıyor beni havaalanından.
Şöyle bir dolaşıyoruz eve giderken.. Evde tatlı sohbet beni bekliyor. Kuzenlerimle uzun uzun vakit geçirmek, sohbet, yemek birlikte yaptığımız minik geziler, bot turları, kilise gezileri, her şey anı sandığımın en güzel yerine yerleşiyor.
5 yılı geçti. Hafızam taze anıları eskitmiş.
Aklımda kalan; çok iyi vakit geçirdiğim, damağımdaki tat, kuzenlerimin misafirperverliği, sağladıkları konfor, huzur, çektiğim fotoğraflar, Hollanda'nın yeşili, yaşayanlarının gülen yüzü, ha bir de çooooook ama çoook soğuğu!
Çok üşüdüm çok! Nisan ayı olmasına rağmen hem de..
Hollanda'nın en çok güler yüzünden etkilendim.
Kiminle göz göze geliyorsanız size gülümsüyor. Size yol veren şöför, marketteki kasiyer, yolda gördüğünüz herhangi biri.
Nezaket ve güler yüzü yüzde yüz seven ben, mest olup döndüm:-)
O zamanlar daha hararetli olan fotoğraf aşkım gördüğüm her şeyi çektirtiyor. Fotoğraf zengini olacak bu yazı:-)
Başlıyoruz..
Kuzenimin yaşadığı ev..
Parlemento Binası
Burası sarı lalelerini aldığı çiçek pazarı:-)
Öyle sessiz, öyle güzel ki.. Nereye baksam bir fotoğraf karesi görüyorum..
Hollanda'ya giderseniz mutlaka görün diyeceğim yerlerden biri:
Panorama Mestag
Henüz görmedim ama sanırım İstanbul'daki Panorama 1453 gibi Mesdag'da.
Geniş bir silindirin içinde ortada durabiliyor ziyaretçiler. Fotoğraf çekmek yasak.
Etrafı tavana kadar panoramik üç boyutlu fotoğrafla kaplı. Hollanda'nın eski bir dönemi canlandırılıyor. Objeler de var yer yer..
Çok etkileyici..
Ayrıca yine İstanbul'un Miniatürk 'ü gibi Madurodam var Hollanda'da.
Müthiş işçilik.. Minyatür Hollanda.
Birbirinden görkemli kiliselerinden..
Yollar da onlara göre düzenlenmiş. Bisikletliler için ayrılmış yollar ve trafik ışıkları var.
Yukarıdaki fotoğraf Amsterdam'daki bir bisiklet parkı.
Bisiklet ulaşım aracı olarak kullanılıyor sıkça. Kiralayabiliyorsunuz isterseniz.
Dönmeme birkaç gün kala bir diğer kuzenim Paris'e gidelim mi? dedi.
Ona da, ık mık ettim tabii baştan.
Olur mu ki, nasıl olur, tatilimi uzatacak mıyım, aman da öyle, şöyle böyle derken, sabahın altısında arabayla Paris'e varmıştık bile:-)
Kuzen dediğim kayıtlarda kuzen, yani kuzenlik yaşamamışız hiç. O Hollanda'da yıllardır, ben burada..
Yazdan yaza gelir, arada bir görürüm, merhaba, merhaba.. O kadar.
Huyunu suyunu bilmem. O da beni bilmez.
Seyahatte, tatilde gittiğin kişiyi iyi seçmek lazım. Zehir de olabilir, bal da. Uyum şart.
Biz birbirimizi seçtik ama uyumlu muyuz, hiçbir fikrimiz yok:-)
Otelimizi önceden ayarlamıştı kuzen. Odalarımıza çekilip dinlendik biraz.
Otelimiz Tim Hotel opera binası civarındaydı. Merkeziydi çok. Metro ağına birkaç dakika yürüyorduk sadece.
Metroyla istediğimiz her yere kolayca gidebildik. Metro ağı turistik geziler için son derece güzel planlanmış. İndiğiniz her istasyonda görmeniz gereken bir yer var. Harita okuyabiliyorsanız tabii:-) Allahtan kuzen bu konuda müthişti. Metro içlerindeki ağ haritası karşısında durup yön tayin ediyordu:-) Ben kuzu kuzu onu bekliyordum, o nereye ben oraya:-)
O olmasaydı benim gibi yön fakiri, haritaokuyabilemeziyle trajediye dönerdi Paris :-)
Tek başına hiçbir yere gitmemeliyim. Rehber şart:-)
Akşam Paris'in ünlü kulüplerinden Budha' da şaraplı müzikli harika bir akşam yemeği yedikten sonra Paris gecelerine bıraktık kendimizi. Paşa gönlümüz nereye istediyse oraya gittik.
Paris halkının yüzü asık, hepsi düşünceli, tatsız. Gülmüyor kimse. Şehir temiz değil o kadar. Karışık, kalabalık..
Ama geceleri eğleniyorlar. Gerçi gençlerdi dışarıda olanlar..
O bar senin, bu bar benim dolaştık sabaha kadar.
Sohbete yaren içkilerimiz, her girdiğimiz barda dans, ışıltılı Paris sokaklarını arşınlamak yeterince yordu ikimizi de..
Otele dönünceye kadar iyiyiz. Yani uyumlu görünüyoruz. Birlikte eğleniyoruz hatta. Sohbet de güzel.
Ama dur bakalım sabah kalkınca nasıl olacağız? :-)
Kahvaltı salonunda buluşmak üzere saatleşip odalarımıza çekiliyoruz.
Sabah kalkıp kahvaltıya indiğimde asık suratlı biri oturuyor masada. :-) Eyvah!
Aslında ben de ondan arta kalan değildim hani. Çok yorulmuşuz, akşamdan kalmayız, önümüzde koca bir gün, görülecek bir dolu yer var. Eh, normal bir ruh halindeyiz bu durumda.
Tamam fotoğraf pek iç açıcı değil ama hala birbirimize benziyoruz. Rahatız, kasmıyoruz yani.
Sessiz sakin kahvaltımızı ediyoruz.
Kahvaltı zengin denilebilir. Kruvasanları harikaydı, her çeşidinden tattım..
Karnımız doydu. Yola çıkabiliriz.
Ünlü Champs Elysees (Şanzelize) Caddesinde yürüyeceğiz.
Şanzelize dedikleri de ne? İstiklal Caddesi, Nişantaşı ya da Bağdat Caddesi. Konsepti öyle düşünün ama kocaman, bilmem kaç şeritli upuzun bir cadde. Sağlı sollu mağazalar, restoranlar, barlar, cafelerle dolu.
(Fotoğrafta sağ taraftaki cadde.)
Eyfel Kulesi 1887ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel'in firması tarafından, Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiş.
3000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demirden oluşan parçayı 2.5 milyon perçinle bir araya getirmiş.
300 metre yüksekliğindeki kule 200.00 metrekarelik bir alan üzerine inşaa edilmiş..
(Vikipedia.com)
Beni de çekersin tamam ama ben her yerleri bensiz çekmek istiyorum.
Notre Dame Katedrali'nde çektiğim bu mumlarla kuzen ikna oldu.Yahu güzel çekiyormuşssun, falan demeye başladı:-)
Oh, rahat rahat çekebilirim artık, gördüğüm her yeri, her şeyi:-)
Seine Nehri kıyısından bir fotoğraf.. Her yer tarih..
Paris, tarihi dokusu bozulmamış büyüleyici bir şehir.. Neredeyse tüm yapılar eski. Modern tarzda bir bina görmedim desem yeridir.
İşte benim sevgili Delft'im..
Delft Hollada'nın üniversite şehri imiş.
Minik kanalları, yüzyıllık lego gibi evleri, sıcak şirin meydanları ve dar sokaklarıyla aşık etti beni kendine!
Bu evde yaşayan insanlar varmış. Ne şans!
Bende kuzen çok. Epe'de yaşayan kuzenlerime gidiyorum bu defa.
Onlar da diğerleri gibi harika karşılıyorlar beni. Memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yediriyorlar, içiriyorlar, gezdiriyorlar...
Mahçup oluyorum adeta. Ama iyi ki gittim, iyi ki gördüm diyorum her defasında.
Epe bir köy. Nasıl güzel, şirin, yeşil, tertemiz, sessiz.
Günübirlik Brüksele de gittik. Ne sevdim, ne nefret ettim. Nörtrüm. Aslında çok da fikir sahibi olacak kadar kalmadık. Ayrıca yağmur da vardı.
Avrupa Birliği Binası
Ve yine Hollanda'ya gidip görmeden dönülmeyecek yerlerden biri: Keukenhof-Lale Bahçesi.
Müthiş bir peyzaj, envai çeşit lale, rengarenk, mis kokulu, nereye bakacağınızı şaşırdığınız harika bir bahçe...
Rengarenk laleler geliyor:
Hollanda'da en sevdiğim şeylerden biri külahta satılan patates kızartması oldu. Bildiğimiz patates kızartması. Ama çok lezzetli. Minicik dukkanlarda satılıyor. Önünde kuyruk var her birinin.
Külaha dolduruluyor patatesler. Üzerine ketçap, mayonez, bir de isterseniz minik doğranmış soğan koyuyorlar, minicik bir de çatal..
En güzel karın doyurma yolu..
Hem lezzetli, hem şımarık, hem hesaplı, hem pratik..
Daha ne olsun.
Deneyin mutlaka...
Hollanda'yı çok sevdim. Orada yaşarım, diyecek kadar. Tertemiz, güler yüzlü, sakin, huzurlu..
Tutmayın beni göçüm geldi..
Hollanda kabul et beni reca ederim!
:-)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder