Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

11 Mayıs 2021

Özel Günlerin Özelliği



 Doğum günü özeldir, özel hissettirilmeli, mutlu geçirmeli o günü, derdim.

Bütün yılın ona ait tek günü. Önemli.
Eskiden, gelen kutlama telefonlarını, mesajlarını büyük bir mutlulukla ve coşkuyla cevaplar, o günü güzel geçirmeye çalışırdım. Makyaj yapar, takıp takıştır, saçımı fönletir, arkadaşlarımla buluşur ya da organize olamamışsak kendi başıma gider bir yerde kahve içerdim. Akşamına ailece yemek yerdik, pasta keserdik. Gün 12 mayısa dönünce hüzünlenirdim küçük bir çocuk gibi. Aaaa, doğum günüm bitti mi şimdi, diye.
Böyleydi 3 yıl önceye kadar.
Şimdi değil.
Özel gün özelliğini yitirdi, rengini, neşesini, anlamını yitirdi.
Şimdi gelmesi geçmesi aynı. Ailemin varlığı ve sağlığı dışında anlamlı ve özel olan bir şey yok. Arayanlara cevap veremeyecek, onların benim için duydukları mutluluğa katılamayacak kadar kendimleyim. İçeriden kilitledim kendimi.
Anneler gününün başlattığı doğum günümün devraldığı bulutlu, yağmurlu günlerdeyim.
Bir gideniniz varsa özel günler eskisi gibi olmuyor.
Barışla birlikte mutluluğumu, coşkumu, heyecanımı ve kendimi bir gemiye koydum her gün uzaklaşıyor ben ona el sallarken. Hiç geri dönmeyecek gibi. Hayatımı ve kendimi öncesi ve sonrası diye ikiye bölmüşüm gibi. Öncesi gibi hiç olamayacağım hissiyle hayat akıyor, yanımdan, önümden ama akıyor. İçine girip hayatla birlikte akabilecek miyim, hala bilmiyorum.
İnsan başkası için ne kadar değerli, önemli ve sevilir olduğunu bazen bilmiyor. Öyle zamanlar geliyor ki kalbinin en ücra köşesine kadar hissediyorsun.
Mesela, sevdiğin biri gidince…
Göğsünün orta yeri deliniyor ve içinden oluk oluk kan boşalıyor. Giden sevdiğinizle birlikte siz de gitmeyin diye hayatınızda olan herkes o kanı durdurmak için ne yapacağını şaşırıyor.
Anne şefkati ve varlığıyla yanımdan hiç ayrılmayan ablalarım, her gün yanıma gelip elimi tutanlar, sarılanlar, uzaktan dualar okuyanlar, sevdiğim yiyecekleri, sağlıklı salataları yapıp getirenler, çiçeklerle, belki mutlu eder diye kıyafetle, takıyla gelenler..
Öyle bir sevgiyle sarmalanıyorsunuz ki bu kadar sevilmiş olduğunuza şaşırıyorsunuz. Hayatınızda sizi anlayan, seven, bu kadar çok dost, kardeş olduğu için şükrediyorsunuz.
Yanıma gelmeleri yetmezmiş gibi giderken de soruyorlardı, bir şey ister misin, diye. İstisnasız her defasında içimden geçen ama diyemediğim Barış’ı isterim, onu getirir misin, oldu.
51 yaşım bitiyor bugün. Doğum gününde ne istersin diye sorulduğunda aklıma başka hiçbir şey gelmiyor. Cevabım aynı: Barış’ı isterim, onu getir misin?
30 ay geçti Barışımsız. Kimse ne getiriyor ne kendi geliyor…
Geçenlerde odasından çıkarken yatağına bakıp, ee, niye gelmiyor bu çocuk, derken duydum kendimi. Bu çocuk bir yere gitti ve gelecek ümidi hala gerçeğim. Asıl gerçeğe aymıyor gönlüm, aklım..
“Günlük hayat yası öğütür” diye duydum bir yerde. Günlük hayat, kızım, eşim, oyalandığım her şey yası öğütmeye çabalıyor. Hayatın nasıl normal akabildiğine, hiçbir şey olmamış gibi zamanlardan nasıl geçebildiğime, ilk günlerdeki gibi olmayışıma şaşıyorum. Bazen bu akışın sebebinin onun artık olmayışını anlayamamış, o idrake ulaşamamış olmamdan dolayı olduğunu düşünüp bu idraksizliğe şükrediyorum.
Zamanın o günde durmadığını, o günde, o anda kalsaydı yaşamanın mümkün olmadığını biliyorum. Ama bazen dünya nasıl dönüyor, niye dönüyor, niye ben bu akış içinde durabiliyorum, diye şu anda olduğum hali sindirememek, kendi kendime gönül koymak da var.
Nefes alamadığım, göğsümde kocaman bir kayayla dolaştığım, yaşayamadığım ama ölemediğim zamanların içinden geçtim buraya geldim.
Geldiğim yer bağ bahçe mi? Değil.
Kızımın ve eşimin kendilerini bana koltuk değneği yaptıklarını görerek, onlara yük olmayayım diye kederimi görmedikleri bir yere döküp yükümü hafifletmeye çalışıyorum.
Sonra tüm gücümle kaldığım yerden devam etmeye çabalamakla geçiyor zaman. Yine kocaman kayalar gelip oturuyor göğsüme, yine nefes alamıyorum, uykularımın hiçbiri kesintisiz değil, huzurlu değil. Gözümün içindeki ışığı yakmaya çalışarak, yüzümde gülümseyen maskeyle, hiçbir şeye heyecan duymadan, kendi dünyamda yaşıyor gibi yapıyorum. Şükrediyorum alabildiğim her derin nefese. Derin nefes alabilmek kıymetli.
Haftalardır ağlamıyordum. Akışa teslimdim. Kızımın coşkulu denizinde onunla yüzmeye, onu mutlu eden şeylere eşlik edip onun baktığı yerden “çok iyi gidiyorsun anne* demesine sebep olan ruh hallerindeydim. Ama nasıl hissederseniz hissedin, zamanı gelince takvimsiz bir yerde, dağ başında olsanız da bedeninizin ve kalbinizin saati size alarm kuruyor ve o gün gelince deli gibi çalıyor. Bugün anneler günü, doğum günü, bayram, yılbaşı, onun doğduğu gün, gittiği gün. Kalbinizin atışından, alamadığınız nefesinizden anlıyorsunuz ki o günler geldi.
Yapabildiğim kadar düşünmekten kaçınsam da ilk an, sonraki günler, tüm detaylar aklımda ve yoluma çıkıp köşeye sıkıştırıyorlar. Böyle zamanlarda tüm süngülerim düşüyor ve teslim oluyorum.
Bir şekilde kaçmayı başardığım zamanlarda ondan uzaklaşıyorum diye üzülüp, özlüyorum. Yası özlüyorum, o, bir şey olmadı, gelecek nasılsa hallerim, Barışımı ve ona duyduğum özlemi hüznü, kederi özlememe sebep oluyor. Henüz bir kere daha kıyafetlerine bakıp onunla hasret giderebilme noktasına gelemedim. Birkaç ay önce yapmıştım oysa. Fotoğraflarına, videolarına bakıp, içimde ne var ne yoksa saçıp dökmüştüm ortalığa. Onun doğum günüydü o gün.
Bugün benim doğum günüm. Hiçbir anlamı olmayan, ondan başka hiçbir şey istemediğim. Dünyevi, maddi hiçbir isteğimin olmadığı, ailemin sağlığı ve kızımın mutluluğu ve iç huzurundan başka hiçbir değerimin olmadığı yerdeyim.
51 yıl sonra bu noktadayım.
Zaten maddi istekleri olan biri değildim. İhtiyacımdan fazlasında gözüm olmadı hiç. Para pul, ev, araba mücevher gibi tutkularım da olmadı. 48 yıl böyle yaşadım, o günden şimdiye dek ihtiyaçlarıma olan isteğim bile azaldı.
Sağlıklı olayım, karnımı doyuracak bir lokmam olsun, ailem sağlıklı ve huzurlu olsun. Bu kadar.
Ömrümün sonuna dek bunlarla yetinebilirim.
Ablamın içine oğlunun düğününde bir sevinç dolmuş, gelinimizle birlikte ailemiz büyüyor ne güzel, demiş kendi kendine. Bir buçuk ay sonra büyüyen ailemizden bir kişi eksildi. Gidenin yerine Allah iki güzel bebek gönderdi. Dünyamıza hayatımıza yeni doğanlar mutlu yaşasınlar, görecek güzel günleri olsun.
Ablalarımın gelinleri ve torunlarıyla toplamda dört kişi büyüdü ailemiz.
Toplamda dört kişi eksiğiz.
Annem, babam, abim, oğlum.
Aynı yerdeler. Gidince hepsini görüyoruz. Kimseyi gördüğümüz yok ya, belki onlar bizi görüyordur diye gidiyoruz. Çiçeklerinin bakımı gerek. Sulamak lazım. Hiçbir defa Barış orada diye gitmiyorum. Onu ziyarete gidiyorum ama oradaymış gibi gelmiyor.
Sevdiğini oraya koymak o kadar kolay değil. Çiçeklerini sulamak, bakımını yapmak, yenilerini ekmek kolay. Orada olmadığını düşündüğüm için, sanki herhangi bir yere çiçek dikiyormuş gibi olduğumdan kolay.
Çamaşır asarken düşünüyorum, artık onun çamaşırlarını asmıyorum, diye.
Kahvaltı hazırlarken düşünüyorum, artık 4 tabak koymuyorum sofraya diye.
Üçümüz salonda oturup bir şeyler izlerken, dördüncümüz nerede, diye düşünüyorum.
Benim bir oğlum vardı, nerede şimdi, diye sık sık kendime sorup cevap alamıyorum.
Odasında, çağırsak, birkaç kere çağırsak, bir daha çağırsak gelir mi, diyorum. Öyleydi, kahvaltıya ya da herhangi bir şey için çağırdığında ilk defada gelmezdi. Kendi zamanında gelirdi ancak. İstediğinde. İşte istese, gelse yanımıza, birlikte izlesek ne izliyorsak. Konuşsak, gülsek, bazen kızdırsak birbirimizi, sonra gönül alma yarışına girsek.
Neredeyse her gün adını bir yerlerde görüyorum, bir tabelada, öylesine açtığım bir filmde, dizide, defalarca önünden geçtiğim halde görmediğim ama bir şekilde başımı kaldırıp baktığım apartman isimlerinde, park adı, kafe adı, her yerde.
Bazen cama kuş geliyor, içeri bakıyor, sen misin yavrum acaba, diyorum ama öyle bakıp bakıp yine uçup gidiyor.
Önüme çıkan uçuşan tüm kelebeklerin adı Barış. Onun gibi uçuşkan ruhlu, mutlu, rengarenk ama rengarenk olduğunu bile bilmeyen, onunla övünmeyen.
Verdiği her selamı alıp kalbime koyuyorum.
Onu tanıyanlardan duymak, bendeki Barış’ın bilmediğim güzel hallerini başkasından duymak, görmediğim fotoğraflarını görmek kurak çöle su gibi. Arkadaşlarından dinledim onu gittikten sonra. Gururla. Buradayken de duyardım onu başkalarından.
Yazlıktaki komşularımızdan biri, biz dönerken ona reçel göndermişti bir keresinde. Bu reçeli Barış’a götürürsünüz, demişti.
Yaptığın bir şeye birinin adını koyarsan, sevgiden.
Yazlıkta kaldığı kısa sürede komşu reçeline kendi adını koydurması sevgiden.
Şükür ki oğlum hakkında herkesten güzel şeyler duydum, duyuyorum.
Rüyama geldi iki gün üst üste. Ona denizden aldığım bir taşı gösteriyordum, üstündeki parıltıları. Ne güzelmiş, dedi. Başka hatırlayamıyorum. Keşke her gün gelse rüyama ve ben her gün hatırlasam ne gördüğümü, nasıl olduğunu. Yaşıyor olsa.
Rüyamda paralel bir hayattaymış gibi yine onlu bir hayat yaşasam. Dört kişilik bir aile olsak yine.
Kızım bugün öyle güzel şeyler diledi ki benim için.
“Bu yıl senin için çok güzel geçsin.
Sağlıkla, farklı, olumlu bakış açılarıyla içine büyük ferahlık, huzur, coşku gelsin. Çok severek, seni mutlu edecek, kendine ve başkalarına yararlı, istediğin güzel şeyleri yap. Potansiyelini keşfet. Yeni, güzel, sürprizli, neşeli, hiç beklemediğin güzellikler olsun, anın tadını çıkar.”
Benim için diledikleri, onu mutlu etmek için gerçek olsun isterim. Onun ihtiyaç duyduğu, özlediği, istediği anneyi yaşatmaya tüm gücümle çabalasam da boşluklar bıraktığımı biliyorum ve bunları dolduracak gücü bulamıyor olmama üzülüyorum.
Kendim için de bunları isteyeceğim günler gelsin, kendiliğinden…
11 Mayıs 2021
15.27
Odandan, masandan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...