Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Aralık 2018

İyi ki Doğdun En Güzel Misafirim...


Eğer orada olsaydın, bugün görüş günümüzdü, arar doğum gününü kutlardım. Ama yoksun.
Gelip doğum gününü kutlayacağım. Ama yine yoksun.
Artık yoksun.

23 yıl önce, bugün, sabaha karşı 03.05'de var oldun.
29 Aralık'ta doğdun ama kimliğine 2 Ocak yazdırmıştım. 
Niye 1 Ocak değil, sorsana.
Doğum gününü kutlarsan, yılbaşı ertesi arkadaşların yorgun olur da gelemez, sen üzülürsün, diye 
Ama artık günün de önemi yok. Kimse gelemeyecek ki doğum gününe.
Yorgunlar diye değil.
Sen yoksun diye.

29 Aralık'ta kırmızı yanaklı, simsiyah saçlı bebek Barış olarak doğdun.
Çocukluğunda sevilmeye, sevmeye aşık, gözlerinden mutluluk akan bir kara oğlan.
Ergenliğinden sonra da bir büyümenin geldiği ve bir daha gitmediği koca bir adam oldun.
Bilmiş, öğrenmiş, olmuş.
Bizi seçtin aile diye, oğlumuz oldun ama birinin bir şeyi olmak değildi istediğin.
Ablan senin için; Barış bu dünyaya kimsenin bir şeyi olmak için gelmedi ve içindeki pusulasıyla yaşadı hep. O nereyi gösterdiyse oraya gitti, ne dediyse onu yaptı, dedi.
Sadece kendi serüvenini yaşamak için dünyaya gelen bir Barış ancak böyle anlatılabilirdi.
İyi ki pusulayla gelmişsin, hepimizin olmak isteyip hiçbirimizin olamayacağı kadar özgür, korkusuz ve hayatta adım atılmadık yer bırakmayan, tüm gereklilikleri elinin tersiyle bir kenara itip, kendine kendisi kadar yer açıp istediği gibi yaşayan farklı biriydin sen.
Farklıydın evet ve ben seni bu farklılıklarınla sevmiş ve kabul etmiştim.
Kolay mıydı seni olduğun gibi kabullenmek?
Değildi.
Tanıdığım hiç kimseye benzemiyordun.
En olmazları oldurmak için beni ne çok zorlardın.
Senin serüveninde olmaz diye bir şey olmadığını anlayıncaya kadar, her anne baba gibi isteklerine daha akılcı yaklaşır, öyle tepki verirdik.
İsteklerin genelde hep sıra dışıydı çünkü.
Tabii 18 yaşına kadar istemekti, 18'den sonra isteyip yapmak, bize söylemekti.
Matematik, elektrik elektronik ya da mühendislik okumak isterken bir anda ben dershaneyi bırakmak istiyorum, özel ders alıp yetenek sınavına hazırlanacağım, müzik okuyacağım, demen gibi.
Sınava hazırlanıp tam bursla ilk beşte girdiğin okulu bırakıp, Berlin'de müzik okuyacağım demen gibi.
Berlin'e gitmeyip ama okulu ikinci yıl dondurup yazlığa gitmek gibi.
Bir sabah kalkıp ben Bursa'ya İskender kebap yemeye gideceğim, demen gibi.
Sabaha karşı eve gelip, bir saat sonra arkadaşlarımla güneye tatile gidiyorum, demen gibi.
Ben artık telefon taşımayacağım, demen gibi.
Yazlığa gittiğinde telefonu yanına alıp ama kafa dinlemeye gidiyorum, sadece hafta sonları  açacağım, hafta içi kapalı tutacağım demen gibi, bu yüzden hafta sonlarını  görüş günü ilan etmemiz gibi..
İsteklerin hiçbir anne babanın kolaylıkla evet demeyeceği türden taleplerdi.
Bir gün o kadar köşeye sıkışmıştım ki sana; sen benim yerimde olsan ne yapardın, ne derdin demiştim.
Vallahi senin yerinde olmak istemezdim, diye gülmüştün. 
Sen de kendinin farkındaydın.
Zor çocuktun.
Ama istediğin şeyi öyle zekice anlatırdın ki, önce hayır dediğim şeye, yarım saat sonra, mantıklı, neden olmasın derdim. İkna ederdin bir şekilde.
Seni öyle seviyor ve kaybetmekten korkuyordum ki ikna olmaya teşneydim belki de.
İyi ki de öyleydim.
İyi ki istediğin hiçbir şeyden vazgeçmemişsin ve iyi ki biz senin hayatını gerçekleyebilmen için aracı olmuşuz.
İlk başlarda üzmüşüzdür, bazen kırmışızdır sana direnerek. Ama sen kötü hiçbir şeyi içinde tutmadığın gibi bizim üzmüşlüklerimizi de unutmuş, arkadaşlarına "bizimkiler harikadır" diyecek kadar bizimle mutlu yaşamıştın yaşayabildiğin kadar.
Biz bilmiyorduk böyle düşündüğünü ama iyi ki düşündüğünü söyleyenlerdendin.
İyi ki babanla telefonda konuştuğunda, seni seviyorum, demiştin ona.

Bize çok da fazla keşke bırakmadın.
Fazla yok ama var tabii.
Senden sonra tek yaptığımız seni düşünmek olduğu için, bilinçaltımız olur olmadık yerlerden keşkeler çıkarıp koyuyor önümüze.
Ama yine de o sularda yüzmemek için çabalıyoruz.
O sular tehlikeli sular.
Gideni geri getirip olmayanı olduramayacağımız sular.
Yüzme bilmeyenin boğulacağı sular ki ben yüzme bilmiyorum.
Sen olmayanlar için affet bizi yine de, kırdıklarımız, üzdüklerimiz için.
Sana sevgimiz, seni koruma çabamız, endişelerimiz, korkularımızdı sebep.
Sen bilirsin bizi.

Seni öyle çok anlatasım var ki.
Tanıdığım tanımadığım herkese, hakkında hatırladığım, bildiğim her şeyi anlatmak istiyorum.
Sen yaşarken kendinden söz etmeyi sevmezdin, pek söz edilsin de istemezdin ama şimdi yokluğun öyle bir var ki içimde, o varlığı anlatmamam pek olur değil.
Yaşarken de anlatırdım hoş seni.
Ben seni anlatmayı seviyorum.
Seni seviyorum.
O sakinliğini,  içindeki sükûneti.
Ne kadar hararetle tartışıyor olsak da asla sesini yükseltmemeni, kapılar çarpıp göz devirmemeni.
Kimseye rahatsızlık vermeden tüy gibi hafif, hayatı parmak ucunda yaşayışını.
Yanlışlıkla üzerine basılan serçeyi alıp veterinere yetiştiren çocuk kalbini.
İlkokuldayken, öğretmenler gününde öğretmenin için alınacak hediyeye ortak olmayı reddedip, ben mektup yazacağım ona, özel hissettirmek istiyorum, diyen; mektubunda öğretmenim gözlerinizin rengi bütün giysilerinize çok yakışıyor, diye duygularını çerçevelemeden söyleyen şeffaflığını. Kendinle yalnız kalabilme cesaretini veren içbarışını.
İnandığın; "Çok isteyip çabaladıktan sonra istediğin her şeyi yapabilirsin, yapamam diye bir şey yok" gerçeğini.
Hatta bizim sana sorduklarımızı bazen kendin de öğrenebilirsin diye geri çevirmelerini.
Hayatı acele etmeden sindire sindire yaşama isteğini, yürürken bir kaplumbağa hızıyla adım atmanı.
Keşfetme ve öğrenme aşkını.
İstemediğin hiçbir şeyi, hiçbir kimse için yapmamanı.
Herkesi olduğu gibi kabul edip kimsenin önünden arkasından konuşmadan, içindeki neyse onu dürüstçe söyleme cesaretini.
Sahip olduğun her şeyi minimal düzeyde tutmaya çalışmanı, azı kendine çok etmeyi.
Kendinden, olduğundan ve bildiğinden övünmeden, egosuz "hiç"miş gibi bir hayat yaşıyor olmanı.
Aramızdaki o sevgili iletişimi, kendini açtığın zamanlardaki sohbetlerimizi, birbirimize sabrımızı ve anlayışımızı.
Affedici olmanı.
Zekanı, merakını, çocukluğundan beri çoğu kez şaşırtan, güldüren bilgeliğini, sana dair her şeyi seviyorum.

Mesela seni tanıyanlar bilir ama bilmeyenlere anlatayım;
4-5 yaşlarındayken bana aşıktı Barış. Bir şey anlatırken hayran hayran beni izlerdi. Her daim sarılırdı, öperdi, hediyeler alırdı, sürprizler yapardı. Ve tabii o yaşlardaki hayali büyüyünce benimle evlenmekti. Ama ne zamanki 10 yaşında aklı başına geldi, o zaman, anne düşündüm de, ben büyüyünce sen de büyüyüp yaşlanacaksın, kırışacaksın. Ben seninle evlenmekten vazgeçtim, dedi.
Biraz bozuldum tabii.

Barış 9 yaşında. Tatil köyünde gece kayboldu. Bütün otel çalışanları, sahil güvenlik seferber oldu. Barış'ı arıyoruz.
Bir saatlik korkulu ve gözü yaşlı arayıştan sonra sonra Barış'ı amfi tiyatroda, şezlong minderini üstüne örtmüş uyuyor bulduk.
Sarılıp oğlum çok korktum, nasıl habersiz oraya gittin dediğimde, anne üzülme tamam kayboldum ama şimdi yanındayım, "tadımı çıkar" demişti.
Küçük dervişim benim.
Aynı tatilde tatil ödevini yapmadığı kitabını gösterip söylendiğimde tamam ödevimi yapmadım ve vakit de yok yapacak, Ama merak etme şimdi yapmaya başlarım, ne kadarını yapabilirsem artık.

Olan olmuştur, yapılacak bir şey yoktur.
Olmayan da oldurulmalıdır, yapılacak tek şey budur, diyerek yaşadın sen.
Ne mutlu sana.
Daha 9 yaşında buydun sen.
Ben bu gerçeğe kaç yaşında ayacağım kim bilir...

En son yazlıktayken telefonda konuştuğumuzda beni ehlileştirdin, sakinleştirdin, eskisi gibi seninle ilgili endişeli değilim, demiştim. İyi, ne güzel, demiştin.
Hoş bu noktaya zorlanarak geldim ama sonuca bak, geldim ya.
Hatta demiştim ki, istersen döndüğünde ayrı eve taşınabilirsin. Tabii çalışıp giderlerini karşılamak kaydıyla. Senin evde olmamana, sık haberleşmiyor olmamıza alıştım. İyi olduğunu bileyim yeter demiştim.
Sen de okul bitene kadar evde kalırım ama bittikten sonra belki buraya gelir yazlıkta yaşarım. Burada çalışırım, demiştin.

Çok seviyordun o yazlığı.
Gitmeden önce bana, annem, düşündüm de burada yapacak işim yok, yazlığa bir hafta erken gidebilirim, dedin.
Tamam canım git, hem sıcağını da yaşarsın oranın, hava soğuyacak yakında, dedim.
Sevdiğin, huzur bulduğun, kendinle kaldığın, mutlu olduğun yerdi orası.
Gittikten sonra uzun uzun telefonda konuşuyorduk hafta sonları.
Burası çok güzel, kuş seslerinden başka ses yok.
Hava tertemiz. Sabah kahvaltı yapıyorum, bazen yürüyorum, alışverişe gidiyorum, yemek yapıyorum, bazen gitar çalıyorum, meditasyon yapıyorum. Çok güzel geçiyor, demiştin.
Oh, ne güzel, keyfini çıkar oğlum, demiştim.
Salıncağı içeri almışsın, akşam serin oluyor, bir de sinekler yiyor diye.
İyi yapmışsın.
Buharda sebze pişirmişsin, bana da anlattın nasıl yaptığını. Her sebzenin pişme süresi var. Onu bilirsen ve sırayla koyarsan hepsi aynı ayarda pişer dedin. Deneyeceğim, dedim.

Haziran'a kadar kalacağım demiştin. Üşürsem daha erken gelirim.
Sana baharatlar alıp gönderdim, bavuluna sığmayan eşyalarla, sevdiğin çay fincanıyla birlikte.
1 ay çay içebildin o fincandan.
Baharatlarını bitiremedin bile. Götürdüğün kışlıklarını giyecek kadar da soğumadı hava.

O ev, ilk gördüğümden beri ısındığım, insan sever gibi sevdiğim bir evdi.
Son gününü yaşayacağın ev olacağını bilemedim.

15 Eylül'e almıştın biletini. Yazlığa keyif yapmaya gittin.
15 Ekim'de İstanbul'a geri döndün.
Ama haberin yoktu bundan.
Daha bir çok şeyi bilmiyorsun.
Senden sonra ne oldu, ne yaşadık?
Nasıl yaşamak değil artık yaşamak.

Biz de bilmiyoruz çok şeyi.
Sana ne oldu da artık yoksun?
Bir Allah biliyor bir de sen.
Ne olduğu hala araştırılıyor, sonuç gelince biz de öğreneceğiz. Güzel kalbin mi durdu, yaptığın yemekten mi zehirlendin, beynin mi kanadı, ne oldu da artık yoksun, bilmiyoruz.
Olmayışını anlamlandırmaya çalışırken, neden olmadığını anlamak için beklemek çok zor.
Sonuç ne olursa olsun gittiğin gerçeği değişmeyecek.
Bu gerçeği kabul etmek benim için şu ana kadar mümkün olmadı.
Seni düşünüyorum, kendimi olmayışına inandırmaya  çalışıyorum ama yok, olmuyor.

Senin için herkes çok üzülüyor.
Sen iyi yerdesin ama ben sensiz ne yapacağım, diye bana üzülüyorlar.
Ablan hem sana, hem bana, hem babana hem de kendine üzülüyor.
Onun ne kadar narin, hassas olduğunu bilirsin.
Şu anda en iyi yapmaya çalıştığım şey onun yanında iyi görünmeye çalışmak.
O bir de benim için üzülmesin diye.
Elimde avucumda bir o kaldı diye.
Onun gözündeki ışık yolumu gösterecek tek ışık diye.
İstediğim tek şey onun iyi olması.
Kocaman dünyada istediğim başka hiçbir şey yok.

Allah'a duam sen varken de ikiniz içindi. Yavrularıma iyilik, sağlık ver, derdim. 
Şimdi yine ağız alışkanlığıyla aynı duayı ediyorum ama sonra seni ayırıyorum, varsa günahlarını bağışla, orada mutlu ve huzurlu olsun, diyorum.
Sonra ben şimdi duamı niye değiştirdim, diyorum.
Nurlarda, ışıklarda uyusun, rahmet olsun, diyorlar.
Durup düşünüyorum, niye böyle diyorlar, bunlar gidenlere denir.
Öyle çarpıp dönüyor ki.
Sabır diliyorlar. Allah duyuyor eminim. Yoksa seni bunca severken, bunca endişelenirken. bunca kaybetmekten korkarken, şimdi bir anda yok oluşuna nasıl dayanılır?
Akıl durur mu yerinde, yaşam sürer mi?
Yaşamak mı süren, o belli değil ama bir şekilde nefes alıyoruz işte.
Aldığım nefese bile yabancılaşırken, nasıl yaşanıyor ki ?
Bilmiyorum işte.
Allah taşıyamayacağımız yükü vermezmiş.
Allah sevdiği kulunu yanına alırmış.
Allah sevdiği kullarını evlat acısıyla sınarmış, sabredersek mükafatı büyükmüş.
Evlat anne babayı cennette karşılarmış.
Zamanı geldi, ne bir an önce, ne bir an sonra.
Yapabileceğimiz bir şey yoktu, o an geldiyse ya orada ya burada gidecekti.
Şimdi daha iyi bir yerde.
Orası öyle bir boyut ki istediği her şeyi yapabiliyor.
O yok olmadı, başka bir formda var olmaya devam ediyor.
Adının ormanında yasayacak hayvanların, ağaçların, yaprakların duaları yetecek ona.
Sabır.
Zamana ve Allah'a teslimiyet...

Söylenen her şeye inanmak, onlarla içimi susturmak tek yapabildiğim şu anda.
Bazen cephanem tükenmiş, yenik düşmüş hissediyorum, o ayrı.

İyi ki bütün bunları bana söyleyen insanlarım var.
İyi ki içimde Allah'ın sevgisi, inancı var.
İyi ki beni bağrına basan, sevgisini -belki şimdiye kadar bu kadar yoğun kimseden almadığım kadar- üstüme yağdıran sevdiklerim var,
Ve iyi ki seni gelip anlatabileceğim bir yer var.
Sen okuyor musun, duyuyor musun, görüyor musun, hissediyor musun, hiç bilmiyorum.
Ama seni çok sevdiğimi hep bildin, hatta bazen bezdin biliyorum.
Şunu bil; sana dediğim, demediğim, yaptığım, yapmadığım her şey sevgimdendi.

Sen bu dünyaya kendi serüvenini yaşamaya gelen bir misafirdin.
Biz sana ev sahipliği yaptık sadece.
İnşallah seni rahat ettirebilmişizdir.
Bir kusurumuz, eksiğimiz olduysa bağışla.

Seni çok seviyorum, iyi ki doğurdum seni, iyi ki beni seçtin anne diye.
Bugün yanına geleceğim. Seni göremeyeceğim ama geleceğim işte.
Doğum gününü kutlayacağım.
Sana canım oğlum, yavrum, bir tanem, demeyi özledim çok.
Gelince derim.
Beni duy.
Bir de rüyama gel sık sık.
Sarılalım, konuşalım, bana iyi olduğunu söyle.
Merak ediyor insan.


2 yorum:

  1. Rabbim o güzel gönlünüze sabır versin inşallah ��

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,
    Uzun zamandır blogları, bu arada sizin bloğu da takip edemedim. Elbette çok şey kaçırmışımdır.
    İnşallah yeni yılda, yeni bir heyecanla bloglarınızdan yararlanmaya çalışacağım.
    Her gününüzün yeni olmasını, her anınızın mutlulukla dolmasını dilerim.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...