Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

05 Haziran 2019

Kırk Dokuzuncu Yıl

Yıllar önce evimize hırsız girmişti. Laptop, fotoğraf makinası, dijital bellek, para, kıyafet, takı, bir sürü şey çalınmıştı.
Çalınanlar içinde en çok iki şeye çok üzülmüştüm. Biri fotoğraf belleğiydi, annemin fotoğrafları vardı içinde. 
Bir de Barış'ın bana doğum günümde aldığı altın bir kolye vardı, o çalındı diye çok çok üzülmüştüm.
Takı çekmecemde aradım, yoktu. Bir iki gün sonra tekrar baktım ve buldum. Ne çok sevinmiştim...
(Annemin fotoğraflarını da başka bir yerde yedeklediğim aklıma geldi birkaç ay sonra.)
O kolyeyi Barış bana kendi harçlığıyla almıştı. On üç yaşındaydı sanırım. O yaşlarda bana aşıktı. Öyle özeniyor, sevgisini öyle güzel yollarla gösteriyordu ki dünyanın en mükemmel, en iyi, en güzel annesi gibi hissediyordum.

Kolyeyi bana vereceği gün balkonda ikimiz için sofra hazırlamıştı. Masaya kumaş örtü sermiş, kendisi de kumaş pantolon giymişti. Hep kot pantolon giydiği için kumaş pantolonu yoktu, o da okul formasının pantolonunu giymiş.
Bana yemek servisi yaptı. Hediyesini verdi. Nasıl mutlu, nasıl heyecanlıydı.
Aldığım en güzel hediyeydi.
Eski bir yazımın girişinde sevgiyle ilgili şunları yazmışım.
“Şu gazetelerdeki sağlıklı ve uzun yaşama formüllerini uygular mısın annecim? Ben kırk yaşıma geldiğinde senin de yaşıyor olmanı istiyorum çünkü.”
On bir yaşında bir oğlan çocuğunun isteği bu.
Yüz güldüren, iç ısıtan bir istek bu.
Hayatınızda olmasını istediğiniz kıymetlilerinize on bir yaşın diliyle sevginizi diyebiliyor musunuz siz?
Kendi yaşınızla deseniz de olur.
Yoksa, "Zaten var, orada ve kıymetli. Söylememe gerek yok” diyerek “için için” mi seviyorsunuz? "
Demişim.

O on bir yaşındaki çocuk Barış'tı.
Öyle sevgili bir çocuktu ki... Beni sevdiğini her daim hissettirdi. Sözleriyle, davranışlarıyla, bana bakarken aşkla gülen gözleriyle..
Ama çoğu ergen gibi bir zaman sonra yolda koluna girmemi bile istemeyen, sarılmak ve öpmek için neredeyse randevu alacağım, için için seven ama göstermeyen bir oğlan çocuğuna döndü.
İçin için sevdiğini göstermemeyi tercih ettiği ama bir gün içinden taştığını görmüştüm.
Yazlığı ilk aldığımızda o yine gitmişti orada kalmaya. Bir ay kadar kalıp dönmüştü. Döndüğü gün sarıldık, öptük birbirimizi. Birkaç saat geçti. Salondaydık ikimiz de. O bir şeylerle uğraşıyordu. Ben de koltukta oturuyordum. Doğum günümden birkaç gün sonraydı sanırım. Birden yanıma geldi, gülerek ve çocuk gibi "Ay sen kırk altı mı oldun, büyüdün mü, diye sarıldı bana. Şaşırdım, sevindim, ben de sarıldım.
Seni özledim, bir daha sarılmak istedim, demenin en tatlı yoluydu bu bana göre.
Kalbimde sıcacık duruyor o an.

Küçük yaşta, annesinin elinden tutan, sarılıp öpen oğlanları gördüğümde annelerine; tadını çıkarın, sarılın, mıncıklayın, çok çok öpün, biraz büyüyünce öptürmeyecek bile, diyordum.
Tabii Barış keşke kırk yaşına gelseydi de hiç öptürmeseydi, hiç sarılmasaydım.
Ama o yaşa gelmeden de olamayacakmış bunlar.
Kimse bilmiyor, hiçbir şeyi.
Allah biliyor tek.

Her doğum günümde mutlu yazılar yazardım ben. Gün 12 Mayıs'a dönünce hüzünlenirdim doğum günüm bitti diye. Anlamlıydı, güzeldi, neşeli bir şeydi doğum günümün gelmesi.
Geçen yıl şunları yazmışım:
"Bugün bir kız çocuğu geldi dünyaya. Adı ben, Nuray.
Kırk sekiz yıl geçti içimden. Sevip sarmalayıp baş tacı ettiğim bir dolu anla; herkes gibi unutmak istediğim ama unutamadığım bir dolu 'Keşke yaşanmasaydı' larla geçen kırk sekiz yıl.
Beni bekleyen sağlıklı, tatlı sürprizli, "İyi ki yaşanmış" diyeceğim günlerim olsun dilerim ki..
Hayatımdaki güzel kalpli, temiz ruhlu, iyi insanların varlığına şükrederek, daha da çoğalsınlar dileyerek iyi ki doğduuum beeen."
Geçen yıldan bu yıla son dileğim gerçek oldu, hayatıma giren güzel kalpli, temiz ruhlu, iyi insanlar çoğaldı. Buna Barış aracı oldu üstelik.
Varlıklarına şükrüm daimi.
İyi ki yaşanmış günlerim olsun, demişim bir de.
Olmuştur 13 Ekim'e kadar.
Ama o gün ve sonrası hep, "Keşke yaşanmasaydı."

Bu yılki doğum günümün yarısı ağlamakla, yarısı geçen yıl aynı gün Barış'ımla yaşadıklarımızı hatırlamaya çalışmakla geçti.
Bir gece önce telefonunu artık yanına almayacağını söylemişti. Çok üzülmüş ve tepki vermiştim.
Ertesi gün, doğum günümde öğlene kadar ağlamıştım. Beni öyle görünce yanıma geldi, neden ağladığımı sordu. Benim gibi endişeli bir anneye bunu nasıl yapabiliyorsun, ben senden haber almadan nasıl gün geçireceğim? Her dakika arayıp seni taciz etmiyorum biliyorsun ki, sadece aramam ve haber almam gerektiğinde sana ulaşabilmeyi istiyorum. Ne hissettiğimi ve ne düşündüğümü bu kadar önemsemiyor oluşuna çok içerliyorum, dedim.
O da çok büyüttüğümü bu kararının benimle hiçbir ilgisi olmadığını, kişisel algılamamam gerektiğini söyledi.
Telefon onun için özgürlüğünü kısıtlayan, elindeyken onu gereksiz yere oyalayan, devamlı baktığı ve hayatı kaçırmasına sebep olan bir şeymiş. Gerektiğinde bana zaten ulaşacakmış. Endişe etmeme gerek yokmuş.
Tabii ki hemen ikna olmadım ama ikna etmek gibi bir çabası da yoktu zaten. Sadece bu kararını bildirdi ve uymamı bekledi. Anlaşma yaptık. Geç gelecekse mutlaka haber vereceğini söyledi. (Zaten evden çıktıktan sonra haberleşmiyorduk geceye kadar. Geç saat olunca ben arıyordum gelecek misin, diye sormak için.)

İlk günler zor oldu. Ama eğer gecikecekse arayıp haber verdi. Bir iki kere arkadaşından aradı. Sonra ankesörlü telefon kartı aldı. Onunla aradı. Çok eğlenceli gelmişti o kartı kullanmak.
Değişikti, yoktu böyle bir tanıdığım diyorum.
Ne önce, ne sonra.
O zamanlar bu farklı oluşu zorluyordu beni elbette ama şimdilerde keşke bende onun kadar değişebilsem diyorum...
Bir ara telefonla alakamı ben de kesmek istedim. Çok kullanılan uygulamaların çoğunu kaldırdım ki o da başlangıçta böyle yapmıştı.
Bazı geceler telefonun sesini kıstım, bazen kapattım.
Bazen ulaşılır olmamak ihtiyacım oldu ve ulaşmamak.
Telefonun o küçücük ekranında yaşamamak.
Öyle anlarda oğlumu anladım.
Ne hissettiğini ve aslında bunun kimseyle ilgisi olmadığını.
Bu histeyken biri karşımda ağlasa, bana bunu nasıl yaparsın, dese çok anlamsız gelebilirdi örneğin. Ama hiçbir zaman onun kadar cesur ve kendim olamayacağım için telefonun küçük ekranına döndüm yine.
Zaman zaman yine görünmez olmak isteğim baki, o ayrı...

Geçen yıl öğlen saatlerinde yaptığımız bu konuşmanın hatırıma getirdiğiyle bu yıl aynı saatte yine ağlıyordum.
Geçen yıl yemek yemeye gittiğimiz yerdeki masada bu defa karşımdaki sandalyede o olmadan oturdum. Doldurduğu boşluğa baktım o varmış gibi.
Onunla dolaştığımız ve fotoğraf çektirdiğimiz yerde gidip durdum. Akşam oturup fotoğraflarına baktım.
Pasta kesmedim, mum üflemedim.
İstemedim.
İstenmiyor.

Kırk dokuzuncu yıl geçti gitti içimden.
İçimden içimi alarak.
Gözümdeki gülüşü dondurup ışığını söndürerek.
13 Ekim'den önceki kadına beni yabancılaştırarak.
Bir daha o kadını hiç görmeyeceğime inandırarak.
Ne diyeyim, ne dileyeyim hiç bilmiyorum…
Susmak geliyor içimden sadece.
Susuyorum.
Odandan, masandan.

14 Mayıs 2019
00.16

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...