Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

05 Haziran 2019

Bayram

Camlarını sildim.
Hem odanın, hem gözlüklerinin.
Belki gelir gözlüklerini takarsın diye.
Haziran'da gelirim demiştin.
Temiz odana gelir mutlu olursun diye.

Odanı en son birlikte temizlemiştik. Camlarını sen silmiştin. Dün ben sildim, Perdelerini yıkadım. Odanı tertemiz yaptım.
Ama gelmedin.
Bugün bayram. Sabah kahvaltı edecektik birlikte. Sonra bayramlaşacaktık, elimi öpecektin, sarılacaktık, harçlığını verecektim..
Sabah kahvaltı ettik, ablan elimi öptü, sarıldık, harçlığını verdim.
Ama sen?
Yok.

Geçen yıl bayramda ben yazlıktaydım, sen buradaydın.
Telefonda bayramlaşmıştık.
Bu bayramda seninle bayramlaşamadık.
Aslında telefonla arayan kimseyle bayramlaşamadık.
Herkes "Allah rahmet etsin" dedi.
Öyle. Doğulularda öyle. Gidenden sonraki ilk bayram "Kara Bayram"
Aranırsın, sorulursun ama "İyi bayramlar" denmez.
"Allah rahmet etsin" denir. "Sabır versin" denir.
Her duyduğumda nasıl zoruma gitti. Dilenen giden için, kalbi bir dilek, tamam ama niye bana bayram günü böyle deniyor?
Kim gitti?
Ben de mi kara bayrama girdim şimdi kara kara?

Eve ziyarete de geldiler. Ama bayramlaşmaya değil, yine "Allah rahmet etsin"e.
Bayram neşelidir. Bayram renklidir, Bayramın ağzı tatlıdır, şekeri, çikolatası, baklavası vardır.
Bayram seni ziyaret oldu. Ağzı tatsız.
Yeni evinde.
Artık adını ve doğum tarihini deden ve anneannenle birlikte göreceğimiz yeni evinde. Görenlerin ruhuna Fatiha okuyacakları yerde. Seni özlediğimde ben de gitsem de sarılsam dediğim ama bir elim ablanda bir elim sende kaldığından, gelip sana sarılamadığım yerde.
Komşun da erken gitmiş, otuz dört yaşında.
Senin başucunda duruyordum.
Komşunun annesi geldi.
Evinin kapısındaki kalpleri gördü. Üç kalp, Torun Barış, Anneanne, Dede yazıyor.
Bana sordu, kim var burada, torun kim, diye.
Bir şey diyemedim ilk. "Oğlum" diyemedim. Oğlum demek böyle zamanlarda hep boğazıma düğümleniyor, gözümden akıyor.
Tekrar sordu teyze.
Dedim bu defa.
Teyze ağlayarak dedi ki:
"Sen niye ölmedin?
Ben niye ölmedim."
Dedim, bilmiyorum...

O da diyor, bir çocuk annesinden önce ölür mü?
Demek anneler hep böyle diyor.
Ama olacak oluyor.
Hiçbir güç yok olacağı oldurmamaya.

Kuran'ın bir çok yerinde "Dirileri öldürürüz, ölüleri diriltiriz" diyor.
Her bu sözleri okuduğumda bir ümit belki seni diriltir Allah, diye böyle küçük, çok küçük ama minicik bir ümit tutuyorum içimde.
Biliyorum ama burada olmayacak bu.
Zamanı gelince orada olacak.
Rüyamda demiştin bir kere; "Orada nasıl bir dünya var, işte burada da başka bir dünya var."
Allah'a hep dua ediyorum, bana onun iyi olduğunun haberini ver, rüyama gelsin desin.
"İyiyim merak etme sakın."
Oradaki dünyanda mutlu olduğunu bileyim.
Ablan bundan emin. Öyle diyor.
"Barış orada takılıyordur şimdi. Düşünsene, Einstein'ı gördü, bir sürü bilim adamını daha. Onlarla sohbet ediyordur ne güzel. Anneannemle, dedemle, dayımla beraber. Yalnız da değil. "
Gözlerinin içi gülüyordu bunları derken.
Canım kızım...
Benim gözlerime de o ışığı koyma çabasını bir görsen Barış...
Dün ondan izin aldım, bugün ağlamak var, üzülme tamam mı, dedim.
Tamam, dedi.
Beni konuşturmak, dalan gözlerimi daldığım yerden çıkarmak, dökülmüş yüzümü toplamaya çalışmak için çok çabalıyor.
Çabasına karşılık vermeye çabalıyorum ben de.
Ama bazen olmuyor, olamıyor.
Oldurabildiğim zamanlarda da kendime yabancılaşıp içime doluyorum. Kim bu, diye. Niye böyle normal normal konuşuyor, hiçbir şey olmamış gibi?

Beni bıraksan o dökülmüş suratımla bir odada, ama yazlıktaki odada salıncakta oturup sadece seni düşünürüm. Yemeden, içmeden, konuşmadan, uyumadan.
Bülent Ortaçgil görse "Yüzünü dökme küçük kız, bırak üzülmeyi, der. Yalnız sen misin bir düşün, der sonra teselli diye. Bu şarkıyı ne severdim, gün gelip kendime dedirteceğimi bilmeden.
Tamam, bir tek ben değilim ama işte diğer teklerime de aynısı oluyor biliyorum.
Anneler böyle, annem de böyleydi.
Gidenden sonra kaldıysan böyle. Gidenden sonra bir sen kalmadıysan, başka kalanlarında varsa, o yüz bazen de gülmek zorunda. Yemek de yenecek, uyunacak da, konuşulacak da.
Ama yüz güldüğünde içindekinin ne olduğunu bilmek mümkün değil.
Öyle maskeleniyor o yüz. Dışarıdan normal, güleç bazen, içeriden yaralı.
İyileşen bir yara mı bu? Bilmiyorum.
Öyle bir ilaç var mı deva olacak? Bilmiyorum.

Ve bu benim seninle ölümü bir türlü bir araya getirememiş halim. Dişliler yerine oturmuyor.
Seni düşünüyorum, konuşturuyorum zihnimde, sesini kulağıma getiriyorum, yürütüyorum, güldürüyorum, yemek yiyorsun, uyuyorsun. Aslında yaşıyorsun bir şekilde hala.
E, kalbimde zaten ben gidinceye kadar varsın ki sen zaten karnımdan çıkıp kalbime girmiştin, oradan çıkış yok. Hal böyleyken, hem aklımda hem kalbimde yaşamını sürdürürken ölümü seninle aynı cümlede kullanmak nasıl mümkün olacak ki?
Olmuyor.
Hatırlamaya çalışıyorum, "Ölüm neydi?" diye.
Zorluyorum kendimi.
Yok.
Olduğum yerde sayıyorum.
Öyle anlamlandırılmaz, öyle boşlukta asılı bir hal bu. Dünyanın içini boşaltıp gitmiş gibisin. Kendi dünyanın, benim dünyamın.

Odandaki her şey sessiz, sepsessiz.
"Sepsessiz Kalabalık" diye bir yazı yazmıştım bloga. Babamdan bahsetmiştim. Sonunda şunu demişim:
"Öyle boşalıyor ki her şeyin içi onlara gidince… Öylece durup duruyorum başuçlarında…
Sessiz kalabalık, sepsessiz kalabalık."
Sen gittin biraz daha kalabalıklaştı orası ama hala sessiz.
Hala her şeyin içi boş.
Hala öylece durup duruyorum başucunuzda.

Bu anlamlandıramama halime şükrediyorum bazen. Anlamak gerçeğin altında ezilmek gibi. Ama öyle böyle ezilmek değil.
Hani çizgi filmlerde birinin tepesine demirden kocaman bir ağırlık düşer, o biri dümdüz olur ya.
Öyle bir sonraki karede pıt diye normale dönecek gibi de değil durum.
Dümdüz olmak, yerle yeksan.
Bundan korkuyorum çok fazla. O yüzden anlamama halinde kalayım, razıyım.
Hoş bu hali bile seni ve ablanı onca sevmeme, ikinize sahip olduğum için şükretmeme rağmen bazen keşke doğmamış olsaydım, bu yaşadığımı yaşamasaydım dedirtiyor ama doğdum ve yaşıyorum sensizliği.
Senden sonraki sensizliği.

Oradaki dünyanda bayramlaşma var mı?
Varsa bayramlaşmışsınızdır, kutlu olsun hepinize.
Sana sarılıyorum, dayına da. Anneannenin ve dedenin ellerinden öperim.
Söylersin.
Sana harçlık veremem. İlk bayramda sana harçlık veremememin dokunuşunu sana diyemem, derim de anlatamam ne dediğimi.

Bu bayram bir bu, bir de bayramlaşmak yerine "Allah rahmet etsin" i duymak çok dokundu.
Ama Allah rahmet etsin oğlum sana...
Seni sarsın sarmalasın, merhametle, şefkatle.
Gidişini kabullenmek değil sana rahmet okumak.
Yapacak başka hiçbir şeyim olmamak.
Sarılırım, öperim yavrum.
Bitimsiz hasretimle.

5 Haziran 2019
07.30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...