Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

09 Temmuz 2019

Boşluk

Beni sevmediğini, önemsemediğini düşünüyordum hep.
Senin için özel olmadığımı.
Oysa çocukken dünyanın en mutlu annesiydim ben. O kadar özel hissettiriyordun ki. Hediyelerle, sürprizlerle, sevgili sözlerinle.
Ama ne zaman lise ikinci sınıfa geçtin, değişmeye başladın. Daha uzak, daha kendiyle meşgul, daha az sevgili ve ilgili..
Son zamanlarda kendine kurduğun tek kişilik dünyada mutlu yaşamaktı dışarıdan görünen.
Beni hiç sevmediğini düşündüğümü söyledim sana bir gün.
Nasıl böyle düşünebilirsin, dedin.
Seni elbette ki seviyorum, senin mutfakta yemek yapıyor olduğunu bilmek bile mutlu ediyor. Ayrıca sohbet ettiğimiz bir şeyler paylaştığımız zamanlar da var.
Seni seviyorum, demiştin.
Telefonunu taşımak istemediğini söylediğin zaman da üstüme alınmıştım, yine "ben ben" demiştim. Beni nasıl endişelendirebilirsin, hiç mi düşünmüyorsun,
Oysa sen sadece telefona esir olmak istemiyordun. Bunun benimle ilgisi yoktu. Ayrıca telefonunu almayarak benimle iletişimini tamamen kesmek değildi amacın. Bilgilendirecektin gerektiğinde.
Zor olmuştu bunları alıp içimde işlemek, sindirmek ama artık egomu bir kenara bırakıp seni olduğun gibi kabul etmem gerektiğini anlamıştım zaman içinde.
Bunu sen anlatmıştın yavaş yavaş..
Her sözünle, her davranışınla bizim olmanı istediğimiz çocuk değil, kendi olmak istediği adam olduğunu kabul ettirdin bize.
Kabul etmek rahatlamak aslında.
İki taraf için de.
Koşulsuz, kayıtsız şartsız sevmek, mutluysa mutlu olmak ve her şeyiyle kabul etmek.
Tabii ki anne baba olarak güvenliğini düşünmek baki, yanlış yapmasını engellemeye çalışmak da.
Ama ne yaparsanız yapın eğer olacak olacaksa hiçbir şey ve hiç kimse engel olamıyor biliyor musunuz?
Benim kadar endişeli, her şeyini en küçük detayına kadar düşünen, sırf o üzülmesin ya da kötü bir şey olmasın diye kılı kırk yaran, hep bir şey olacakmış gibi korkup önlemler almaya çalışan; sonsuza kadar benimmiş gibi sahiplenen, sevgimin ve özenimin onu bazen sıkmasına sebep olan ben, onun gitmesine engel olabildim mi?
Kader varsa, Allah'a inanıyorsan zamanında olacak oluyor. Kimse duramıyor önünde.
Ne kadar güçsüz olduğumu, hatta bir hiç olduğumu gördüm Allah'ın gücü ve kararı karşısında.

Cemalnur Sargut'u dinliyorum bazen. İyi geliyor.
Bir keresinde demişti ki, neyle fazla meşgulseniz, neyi sahiplenirseniz, neyin üstünde çok durup merkeziniz yapmışsanız Allah sizi onunla sınar.
Evlat, eş, para, güzellik, mal, mülk.
Öyle tokatlar yiyorum ki onu dinledikçe...

Bir de ne söylediğinize dikkat etmeniz lazım, derler hani. Neyi nasıl ve ne sıklıkla söylediğinize.
Mesela ben yürüyüş yapmıyordum ve bundan hep yakınıyordum şımarıkça. Hem orman hem de deniz kenarı parkurum olmasına rağmen bir türlü yürüyemiyorum, diyordum.
Barış gittiğinden beri kilometrelerce yürüyorum..
Yol nereye giderse oraya..
Yollara gözyaşımı iz bırakarak.

Annemin hastalığı süresince ve sonrasında çok yazı yazmıştım. Acım, kederim, özlemim, gözyaşım blogdaki yazıların içinde sıkış tıkış.
Sonrasında ara ara yazmıştım ama uzun zamandır yazamıyordum ve hayıflanıyordum.
Yazmayı çok seviyorum, ama yazamıyorum bir türlü, ilham gitti diye mızıldanıp duruyordum.
İlhamın kendisi yaptı beni Allah.
İçimde her gün Barış başlığıyla kendini yazdıracak yazılarla uyanıyorum.
Kelimeler uçuşup duruyor. Hepsi birikip cümle olunca buraya gelip usulca bırakıveriyorum hepsini.
Yeni kelimelerle dolup taşıncaya kadar.

Mesela, annemden başka kimsenin beni onun kadar sevmediğini düşünüyordum.
İçimde bunu duyuyordum hep; Kimse beni sevmiyor.
Tanıdığım kimse sevmiyor, diye düşünüyordum.
Oysa sevdiklerini biliyordum ama neden bilmem hep bu his dönüp duruyordu içimde.
Şimdi tanıdığım tanımadığım öyle çok kimse sevgisini öyle zarif söylüyor ki, öyle sessiz sarılışlarla uzaktan uzağa hissediyorum ki sevilmeyi...
Demek ki, içinden sıklıkla ne dediğine dikkat etmelisin…

Dış görünüşüme saçlarıma vs. her kadın gibi önem veriyordum. İyi görünmüyorsam, makyajsızsam ya da saçlarımda beyazlar varsa pek kimseye görünmek istemiyordum
Şimdi üstümdekiler temiz ve siyah olsun yetiyor. Hatta bütün yaz aynı kıyafeti yıkayıp yıkayıp giyebilirim bile.
Dışım normal gibi görünür bazen.
Ama içim başımdaki beyaz saçlarım kadar yaşlı, yaslı.
Eski fotoğraflarımda gördüğüm mutlu, gözleriyle gülen, saçına, ojesine, makyajına dikkat eden, takılar takan kadını tanımıyorum neredeyse..
Öyle yabancılıyorum.
Ve bu yabancı kadının gözlerindeki donmuş hüznü görmemek için fotoğraf çekilmek istemiyorum.

Annemi ziyarete gittiğimde hiç ağlamazdım ben. Annem gitmeden önce yasını tuttum.
Hastalığı öyle üzücüydü, öyle çaresiz kalmış öyle paramparça olmuştum ki, öfkeyi, inkârı, depresyonu, yasa dair her şeyi o son üç ayda yaşadım.
Ne zamanki son kez aldı nefesini, ne zamanki gittim yanaklarından öptüm helalleştim, anneme yasım bitti.
Annem onca acıdan kurtuldu hafifledi diye ben de onunla hafifledim ama gittiğini kabul ettim demek değil bu.
Anneme ne rahmetli derim ne anlatırken ağlarım, sanki varmış gibi.

Bir gün gittim. Hiçbir ziyaretinde ağlamayan ben, ilk defa taşına sarıldım ve ağladım. İşte demiştim ya, beni kimse onun gibi sevmiyor diye, ağladım ağladım.

O günden tam bir hafta sonra oğlumu getirip annemin koynuna koyacağım için ağlamışım.
Bilmiyordum.

Plan da yapmıyorum artık.
Olup olmayacağını bilmediğim planlar yapmıyorum.
Niyet ediyorum, Allah izin verirse diyorum.
Sabah olunca, olacaksa oluyor.
O kadar teslimim artık.
Sahiplenmiyorum, kendimi bile.
Ne olacaksa oluyor zaten.
Bedeninde açılmış kocaman bir boşlukla yaşamaya devam ediyorum.
Yaptığım bu.

Fotoğraftaki heykeli evladını kaybeden bir sanatçı yapmış.
Adı "Boşluk"
Ve evet, evladı giden her annenin içinde duyduğu budur.

İçi boşaltılmış, başı önünde, öylece donmuş.

9 Temmuz 2019
22.50
Odandan, Masandan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...