Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Kasım 2007

Kadın Oluşum Kırk Yaşına Kadar


Kadın Oluşum Kırk Yaşına Kadar

Otuz beş yaşındayım. Orta yaşa geldim. Yolu yarıladım mı, bilmiyorum...

Cahit Sıtkı’yı doğrulamak için bir otuz beş yıl daha yaşamalıyım!

Ama tıp ilerledi, kanserojen madde üreten kimya sektörü de, teknoloji de.

Ya hiç hastalanmadan yetmiş beşi bile devireceğim, ya da hastalanıp gelişen tıbbı yakından inceleyeceğim. Sigara içmiyor olmam hayatın biraz benden yana olduğunu gösteriyor sanki. O kadar fazla stres de yapmıyorum artık. Sinir beş dakikalığına kapıdan uğruyor çoğu kez.

Var daha yaşayacağım. Umarım.



Kadınlar otuzlu yaşlara doğru yaş endişesini duymaya başlıyor. Ondan önce hayat tozpembe. Altın tepside sunulan gençliğin ve güzelliğin tadı çıkarılıyor. Ya sonra? 40’lı yaşlara gelindiğinde ve izleyen yıllarda hem bedenen hem ruhen yaşanan farklılıklar, hayatın soluklaşan ya da daha da parıldayan rengini ortaya çıkarıyor.



Yirmili yaşlar ne güzeldir...

Hiç öyle yaş hesabı yapılmaz. Aslında hiç bir şey için hesap kitap yapılmaz. Hayat geldiği gibi yaşanır.

Gelen gidenle hesaplaşmaya otuzlarda başlanır. Hayata dair, kendimize dair sorduğumuz sayısız soru tek tek cevap bulmaya başlar.

Ama bu defa sonraki yaşlara ilişkin sorular ortaya çıkar. Merak edilir sonrası. Yolda gördüğümüz yaşlılarla sohbet etme isteği duyulur arada.

O yaşta olmak nasıl bir duygu?

Hayat nasıl yaşandı? Şimdi durduğu yerden nasıl görünüyor?

Pişmanlık ve keşke’lerle ne sıklıkta harbediliyor?

“Keşke” yerine “iyi ki” diyerek onların yaşına gelebilmek için yapmamız ya da yapmamamız gerekenler neler?

Yaşama mı yakın duruyorlar, ölüme mi?



Ben kırk yaşı çok merak ediyorum. Kabul, biraz da korkuyorum. Sanki kadın oluşum kırk yaşına kadar. O yaştan sonra biri gelip diyecek ki; “Eveeet, buraya kadardı hanımefendi. Şimdi cinsiyetsiz hayata geçiyoruz. Buyurun”.

40 yaşında artık çizgiler yüzümde resim yapacak, vücudum yerçekimine teslim olacak.

Bütün bunlardan dolayı fark edilmeyeceğim bile.

Fark edilmediğimi sadece ben fark edeceğim üstelik.

Şeklen ya da ruhen fark edilmek seçeneklerinden ruhen’in içini doldurmaya çalışacağım.

“Ruh güzelliğidir aslolan” diyeceğim hep!



“Her yaşın ayrı bir güzelliği var”



Kırklılar daha genç olanlara der bunu...

Ne güzelliğini gördüler o yaşın işte bunu merak etmekteyim ve gördüklerinin bunca düşüncemi yerle bir etmesini istiyorum.

Merakımı gidermek için sordum, soruşturdum, okudum, dinledim.



Kırk yaşında “aşmış bitirmiş” oluyor insan. Kavgası, kaygısı kalmıyor hayata dair. Yeterince insan tanıdığı için, kimden ne geleceğini biliyor, daha seçici davranıyor. Vücudunda oluşmasına engel olamadığı her bir değişikliği seviyor. Kendisini her zamankinden daha güzel ve çekici buluyor. İçini sevgi dolduruyor hırsın, öfkenin, huzursuzluğun yerine.

Sakinleşip, duruluyor. Ama bir o kadar da gençliğinde bastırdığı tüm duyguları, öyle olmak durumunda bırakıldığı bütün zorunlulukları bir bir söküp atıyor kendinden. Bu da kırk yaş kadınını “kendisi” olabildiği için daha özgür ve daha coşkulu kılabiliyor.



İhtiyarlamadan yaşlanmanın sırrı



Olumlu düşünmeyi seçmiş kadınlar daha huzurlu bir hayat yaşıyorlar ve sağlıklarıyla ilgili pek fazla sorunla karşılaşmıyorlar.

Olumsuz düşüncenin çoğu kez hastalıklara davetiye çıkardığını ve olumlu düşüncenin de birçok hastalığın iyileşme sürecinde büyük etkisi olduğunu düşünürsek bu mantığın doğru olduğu kabul edebiliriz.



Hayata pembe pembe bakmanın yanında, sigara içmeyen, spor yapan, sağlıklı beslenen, okuyan, düşünen, sosyal hayatın içinde, zihinsel ve bedensel olarak faal olan kadınlar daha uzun yaşıyorlar. Yaşlanıyorlar fakat yaşadıkları hayatın fiziksel ve ruhsal kalitesinden dolayı ihtiyarlamıyorlar. Enerjik ve zinde görünüyorlar.



İhtiyarlamayan yaşlılara yaşlarını sorduğunuzda size başka bir soruyla cevap verirler; “Tahmin et?” Çünkü genç göründüklerinden emindirler. Yine de sizin vereceğiniz cevabı gözleri parlayarak beklerler. Tahmininiz genelde beklediklerinden de aşağıda bir rakam olur. Bingo! İhtiyarlamadıkları tarafınızdan tescil edilmiştir. Bu onlar için kendileriyle gururlanma vesilesidir.



Elli yaş yolun neresi?



Kırk- elli yaş arası kadın, doğurganlığının son durağı olan menopozla tanışıyor. Birçoğuna depresyona varabilecek ruhsal ve bedensel sıkıntılar verebiliyor. Bu sıkıntılar atlatıldıktan sonra sıra hayatı yaşamaya geliyor.

Yeni yeni kurduğu “kendi hayatını yaşama” hayalini gerçekleştirmeye koyuluyor.

Hayatın karmaşası içinde yapılamamış, ertelenmiş ne varsa yapılmak isteniyor. En çok ertelenen şey de yaşadığı şehirden uzaklaşarak daha sakin bir hayatı seçme isteği. Tam da bu yaşlarda “küçük bir sahil kasabasında yaşlanma hayalini” gerçekleştirmenin peşine düşülüyor.



Bazı elli yaş kadınları, torun torba sahibi olduktan sonra artık kendi geleceklerini değil, yeni nesillerinin geleceğini düşünür oluyorlar.

Çocuklarının evlilikleri, sağlıkları, torunlarının eğitimleri, istekleri onlar için kendilerinden önce geliyor. Bir bakıma da düşünecek, zihinlerini meşgul edecek, ilgisini sevgisini bağlayabilecek sebepleri olduğu için hayata daha sıkı sarılıyorlar. Bu sebep çoğu kez endişeyi temsil etse de mutluluğu onlardan soludukları bir gerçek.



“Elli yaşına kadar geleceği düşünürdüm, şimdi geçmişi düşünüyorum”



İhtiyarlamadan yaşlanan kadınlarla konuştum. Her bir kelimeleri kıymetli. Yolunuzu aydınlatacak cinsten.



Gülşen Bostancı, elli yaşın ona hayatı sorgulattığını söylüyor. Ama geçmiş hayatını. İnsanlar yaşlandıkça uzak geçmişi daha iyi hatırlarmış. Yakın geçmiş uzaklaşırmış. Dün ne yediğini unutan, on yaşında giydiği elbiseyi hatırlayabiliyormuş. “Uzak geçmiş yaşlı insanların gençlik dönemidir. Hatalarıyla, öfkeleriyle, iç-dış kavgalarıyla dolu yıllardır. İşte bu yüzden alacak verecek hesabı bu yıllarda daha fazla yapılır. Kırk yaşında hesapların kapandığını düşünenler elli yaşında tekrar muhasebeye oturur. Açarlar defterleri, tek tek incelerler. O zamanlar dediklerim, yaptıklarım, düşündüklerimle şimdiki “ben” in olaylara bakışını karşılaştırdığımda büyük farklılıklar görüyorum. Şimdiki aklım olsaydı daha farklı derdim, düşünürdüm, yapardım... Ama anılarla didişmek bir şey kazandırmıyor insana. Geçmiş geçmişte kaldı. Ne düzeltebilirsin, ne tekrar yaşayabilirsin.”



Yüksel Hanım (65) uzak geçmişinden çok fazla pişmanlık getirmemiş. İş hayatının zorluklarını yaşamış ama bugün madden sahip olduklarının konforu, ona geçmişte yaşadığı her bir zorluk için “iyi ki” dedirtiyor.” “Gençken, mutlaka yaşlılıkta rahat edebileceğiniz kadar birikim yapmalısınız. Hayat hep genç kalmıyor. Yaşlandığınızda benim gibi yapayalnız da kalabiliyorsunuz ve o zaman sahip olduklarınızla kimseye muhtaç olmadan yaşayabilirsiniz” Yüksel Hanım’ın gençken bir solukta çıktığı yokuşu, şimdi nefes nefese çıkması dışında yaşlılıkla pek bir alıp veremediği yok.



“Yaşayabiliyorsanız, yaşayın.”



Yetmişine yaklaşmış olan Gülter Hanım “hayatınızı yaşayın”ı öğütleyen kadınlardan.

“İnsan yaşlandıkça sabah daha erken uyanıyor. Uyumak için vakit çok, yapacak hiç bir şey olmamasıyla birlikte uyku da yok! Alacak verecek hesabı yapacak daha fazla vakit var. Yalnız yaşıyorum. Gün geçmek bilmiyor. Günü dolduracak şeyleri yaşamak içinse çok geç. Bastırılmış, engellenmiş, yoklukla yaşanmış bir gençlik var benim elimde. Siz elinizdeki gençliğin kıymetini bilin. Eğlenebiliyorken eğlenin, gezin, yiyin için. O yıllar ele geçmiyor bir daha.”









Yetmiş Yaş Kadınları



Eğer sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürmüşlerse, fiziksel aktivitelerini kısıtlanmadan gerçekleştirebiliyorlar. Ama bu aktiviteler genellikle yürüyüş, yemek yapabilme, ev işlerini kotarabilme ve kendini idare edebilmekle sınırlı. Hayatın keyifli yüzü onlara sırt dönmüş oluyor bir parça.

Ama ülkemizde bu şekilde yaşlanılmakta.

Turist kafilelerinin yaş ortalamasının yetmiş olduğunu düşünürsek, bu yaşlarda gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi, keyfi, eğlenceyi kendilerine amaç edinmiş insanların “yabancı” kadınlardan çıktığını söylemek zor olmaz. Onlar çocuklarından bağımsız, herkesin kendine ait hayatı olduğuna inanarak, geri kalan ömürlerini seyyah olarak geçirebiliyorlar.

Elbette ki bunda hem ülke ekonomilerinin hem de hayat görüşleri ve kültürel gelişimlerinin etkisi büyük.

Ülkemizde genellikle yaşlandıkça, çocuklara dönük, bazen bağımlı ve çoklukla beklentili bir hayat sürülüyor. Reklamlara malzeme olan, bayramlarda çocuklarının yolunu gözleyen yaşlı tonton çift yüreğimizi burkabiliyor.

Bize “yaşlanınca biz de mi böyle olacağız? “ sorusunu sordurtabiliyor.



Seksen yaşına gelmesine rağmen, hala pembe pembe yaşayan, hayatın her bir mutlu kıpırtısını iliklerine kadar hisseden “ihtiyarlamayanlardan” olmanızı dilerim.

Kırk yaş bunalımını atlatabilirsem ben de sizinle yol alıyor olacağım...



Her yaş kadınına sevgi ve selamla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...