Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Kasım 2007

Kimlik Lütfen!


Bunu duyarsınız bazen.

Kimlik Lütfen!

Sizin “O” olduğunuzdan emin olmak için sorarlar.



Ölürsünüz mesela yolda bir yerde, üstünüzdeki kimlikten kim olduğunuzu tespit edip, sahiplerinize haber ederler, yoksunuz artık diye.



Kimin nesisiniz? Nerelisiniz? Kaç yaşındasınız? Nereden geldiniz? Nereye gidiyorsunuz?



Doğar doğmaz bileklere takılıyor pembe ya da mavi kimlikler. İsim konmamışsa sadece “bebek” yazılıyor. Bebek ve soyadı.

Bebeğe sorsalar “kimlik lütfen” diye, şak! diye bileğini gösterecek. “Vallahi adım bu, bir de ben sadece annemle babamın çocuğuyum. Gördüklerim, duyduklarım bu minvalde” diyecek. O kadar. J



Aslında sadece bebek olarak kalmanın, kimseye bir şey olmamanın pek de fena bir şey olmayacağını öğrenecek büyüdükçe... Ama nafile. Bir kere ciğere dünya havası dolmaya görsün. Dünyalı olmaktan kaçamadığı gibi, dünyalıların bir şeyleri olmaktan da kaçamayacak.



Büyüyünce yine pembe ya da mavi renkte, mahallesi, köyü, sırası, cilt sayısını bildiren, “kimdir, kimlerdendir, kadın mıdır, erkek midir, evlendi mi, bekâr mı, ayrıldı mı, ne oldu, ne ara doğdu?” şeklinde soruların cevaplanacağı plastik kaplı bir kâğıdımız olacak. Nüfus kâğıdı.



Büyümeye başlayacak sadece anne babasının çocuğu olan bu “bebek”. Kafa kâğıdında yazılı olanların dışında, yazılı olmayan bir dolu kimlik alacak zamanla.



Bir bakacak, dedeye, nineye torun olmuş.

Sonra yeğen; amcaya, dayıya, teyzeye, halaya.

Onların çocuklarına kuzen.

Kardeşi olursa, ona abla ya da abi.

Okullu öğrenci olmuş sonra.

Patronuna çalışan ya da çalıştırdıklarına patron.

Sevgili olmuş sevgiliye.

Evlenince karı ya da koca.

Elbet, karı ya da kocanın anne babalarına gelin-damat.

Ailenin geri kalanlarına elti, görümce, kayınbirader, bacanak.

Edinilen arkadaşlara arkadaş, olursa dost.

Bir bakacak komşu olmuş, yetmez gibi.



Artık bebek farkında olmadan etiketlenmiştir orasından burasından...



Yıllar sonra bütün etiketleri üstündeyken, anne ya da baba oluyor bebek. Yerini kendisini dede ya da nine yapacak bebeğe bırakarak...



Belli belirsiz, var ya da yok, eski ama yeni, hep birilerinin bir şeyleri oluyoruz. O “bir şey” lik içinde hep kendimizden farklı birisi olmak durumunda kalıyoruz.

Ya da ille de bir şey oluşumuzun önünde bir sıfat olmak zorunda oluyor.

“Hayırlı” ve de “hakikatli” evlat, torun, kardeş, yeğen, kuzen, gelin, damat.

“Başarılı” öğrenci.

“Çalışkan” çalışan.

“Anlayışlı” ve “iyi” patron.

“Harika” sevgili.

“Sadık ve bir yastıklık” karı ya da koca.

“Dedikodusuz” görümce, elti, kayınbirader, bacanak.

“Sıkı“ dost.

Komşusuna ev aldırmayacak kadar “iyi” komşu.



Hem bu kimliklerimizi, hem de bizi kimliklendiren dünyalıları bazen severiz, bazen sevmeyiz. Ama öyle ya da böyle onlarla aramızda görünmez bir bağ oluşur. Nefrettir bazen, bazen aşk. Derin sevgi bazen, üstünkörü ilgi belki. Umursamazlıktır bazı.



Hangimiz bu kimliklere sahip olmak istedik?

Biz “bebek” iken iyiydik. Bileğimizde plastik bir bilezik.

Annemizin babamızın çocuğu.

Kimden istedik onca sorumluluk yıkılsın omuzlarımıza diye?

Kim sordu bize “o, şu, bu,” olmak ister misin diye?



Hadi olduk, olmalıydık. Bir şeyler olmalıydık. Birilerinin bir şeyleri de olmalıydık. Anne babalarımız da öyleydi çünkü. En azından kan bağı çemberinin dışına çıkmak imkânsızdı. Birileriyle akraba çıkmak zorundaydık her dereceden...



Diğer kimliklerimizi de edinmek zorundaydık. Hala yaşamak istediğimiz için.

Yaşamak istemediğimiz belki şuydu:

Her daim meleklerimizle yaşamaya çalışmak. İyi melek olmak zorunda olmak!

Yorucu olan buydu belki.

Biraz şeytanımızla kaynaşmalıydık!

İçimizdeki benle dışarıdan görünen ben farklıydı. Etiketle ürün birbirini tutmuyordu yani. O halde etiketlerimizi sökebilmeliydik cesaretle. Kalıvermeliydik öylece.



İyi eş, iyi anne baba, iyi evlat olmamalıydık belki bazı bazı.

Durmak zorunda olduğumuz açımız, istediği kadar eğilebilmeliydi. Eğilip bükülüp yine kendi halimizi alabilmenin zararı olmamalıydı kimseciklere. Hacı yatmazdık olmalıydık biz.

Korkulmamalıydı. Bozulur düzelirdik sonra.



Ama yok! Bozulmak yok. Sana öğretildiği gibi tıkırında çalışacaksın. Saniye sekerse, bedeli hazır.



İyi melek olmalısın kötü şeytan olmak istesen bile.

İçindeki şeytan koluna girip seni sadece “sen” olacağın bir yere götürdüğünde, şeytanın kolundan çıkmak için çırpınıp, koşa koşa iyi meleğine sığınacaksın. Sarılacaksın, gireceksin koynuna huzurla. Sonra “sen” olamadığın, şeytanınla dost olamadığın için ahlanacaksın huzurunla birlikte.



Yalnızca “sen” olabildiğin zaman, taşıdığın kimliklerden kurtulabildiğin zaman belki en iyisi olacaksın. Şeytanlı ya da melekli. Ama senken; neysen en iyisi.



Sadece kendin için yapmak ne yapıyorsan. Onu, bunu, şunu düşünmeden. Onlar için yapmaktan vazgeçerek sıyrılmak diğer bütün “sen”lerden, çıplak kalmak asıl “sen”le. Uçuvermek çırılçıplak.

Öğretilenlerden, olması gereklerden, gerekmeyenlerden, mutlaka’lardan, hayır’lardan, evet’lerden, onlarlı senden” benden, herkesten, her şeyden sıyrık, sadece “sen”.



Herhangi birinin herhangi bir şeyi olmadan, herhangi bir şeye, bir yere, birine ait olmadan, onlara sahip olmadan,bütün kimliklerimizden deniz aşırı uzak,

Kendi başımıza kaldığımızda düşündüğümüz ilk kişi olabilmek.

Etrafta ses yokken, içimizde duyduğumuz sesin dediklerine kulak asarken kendimiz olabilmek.



O ses bazen git buralardan der, bazen çarp kapıyı suratına, bazen göz süz şuna, bazen tokatla, bazen küfret der; bazen ses etme, yat, kalkma, yeme, içme, konuşma, sorma, isteme, bekleme, bekletme.

Beklemesin kimse senden bir şey. İstemesin.



“Başını al, kimsenin seni tanımadığı bir yere git” der bazen ses. Senden hiçbir beklentisi olmayan insanlara karış. Kimliksiz ol.

Rahat edeceğiz o zaman. Bir süreliğine de olsa, iplerimizden kurtulup, özgürlüğü giyeceğiz.

Yakışır...

Ama tabii ki bileceğiz, o yerde de bekliyor olacaklar; yakamıza inci inci asılmak için. Biraz zaman yeter.



Çeşit çeşit biri bol, biri dar, birinin rengi rengimiz olmayan, biri uzun, biri kısa, belki birçoğu şahane, bir dolap dolusu kimlik elbiselerimiz olmadan, içinde sadece “ben” olan ve yine kendi “ben”imizle tenlenmiş bir beden.



Arada bir de olsa.

Olmaz bir şeycik.



Aslının aynıyız nasılsa!

Değil miyiz yoksa?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...