Pek kederli hem de...
“Aşk karşılık bulsaydı n’olurdu sanki?
Bütün dünyada...
Afrika dahil ” (*)
“Aşklı kederden” boğulmak üzere olan bir arkadaşıma
yazdım ben bunu...
“Damardan aşk yazsana” dedi. Tamam demişim içimden.
Zamanı geldi galiba... Uzundur elim değmiyor aşklı
yazılara.
Kadın olup, aşkın kıyısında köşesinde dolaşmadan olur
mu hiç? Olmaz.
Olmadı.
Kadın arkadaşım olan, içlerini bana gösteren, omzumda
ağlayan, akıl danışan, birlikte ağlaştığımız, kafa patlattığımız, birlikte
mutlu olup, birlikte erkeklere sinir olduğumuz, her daim birbirimize bir nefes
uzaklıkta olduğumuzu bildiğimiz tüm kederli âşık kadınlar için bu yazı...
Kırgınlık, kızgınlık, öfke, kandırılmışlık, özlem,
istemek, “keşke”lik, “acaba”lık, delilik, yanlış olduğunu bilmek, yanlıştan
dönememek doğruya yapışmak, yanlışa göz kırpmak, ortada kalmak.
Sinyal vermediği için ne yana gideceğini bilmediğin
arabanın arkasında olmak gibi. Öylece durmak; belki durur, belki gider, belki
sağa döner, belki sola. Durur düşünürsün toslamamak için... “Sinyal ver ve ne
yapacaksan yap kardeşim!” dersin küfürü basıp arkasından... Bir tarafa döner
sonunda. Yoluna bakarsın sen de...
Erkektir aşkın, aşkının peşinde koşan. Hayır,
kadındır. Hayır, erkektir.
Hayır, niye koşuyorsunuz? Ne duruyorsunuz sonra?
İki ileri, bir geri niye?
Adam gibi adam yok mu bu âlemde?
Adamlar sizin için de “kadın gibi kadın yok mu
âlemde?” diyorum. Bakınız yalnız hissetmeyiniz sonra... Ben iki cinsin de elini
tutuyorum bugün.
Aşkın kederinden hep birlikte kederleniyoruz.
Yıllardır aşka nokta konuyor, virgül konuyor, ardından
koştura koştura kelimeler, ünlemler, soru işaretleri, üç noktalar...
İki nokta üst üste koyup da adam gibi kimse
açıklayamadı şu mereti...
Hoş açıklansa ne olur? Kim anlar ki?
Kim anladı ki? Kim anlayacak ki?
Bu iş böyle gelmiş böyle gider!
Bir taraf duracak, bir taraf koşacak. Aşkın dinamiği
bu. İkisi birden koşmuyor, ikisi birden durmuyor. Duran taraf karşısındakinin
içini eziyor.
Bekliyor, hayal kuruyor, betonarme aşk karşısında
sinir olup, bozuyor hayalini sonra. Tövbeler ediyor. Onu da bozuyor, bir daha
tövbesini bozmayacağına yeminle. O da bozuluyor.
Âşıklar günahkâr.
Şiirler yazılmış aşka...
Sayısız harf dökülmüş yollarına...
Kaç bin ton gözyaşı akmış.
Kaç tane kalp hurdaya çıkmış.
Dipsiz kuyuların dibine vurulmuş kaç kere...
Doğrudan şaşmamak gerek. Yanlışı bilmek gerek. Âşık
olmak gerek. Sonra timsahları anlamak. Yerden yerden, sürüne sürüne.
Âşık olmamak gerek, böcek dünyasında yaşamak.
Öyleymiş. Âşık olmayınca böcekler gibi yaşarmışız. Belki onların da bir aşk
hayatları var, ne biliyoruz? Hem belki onlarınki bizimkinden daha güzel. Belki
sevgililer gününde böceğine sarı sarı yapraklar taşıyordur hayvanat. Onların da
atan bir kalbi var. Kalbin atması yetmiyor. Hopur hopur hoplayacak. Ama
bekleyip bekleyip, ritm bozukluğu hopurdanması değil bu. Çizgi filmlerde olur
ya, abartırlar hani, kalp çıkar bedenden kocaman, atar atar, geri döner
sonra... Öyle işte.
Hayat çizgi film olsaymış keşke...
Çizilseymiş çocuk çocuk, keyifli keyifli izlenseymiş.
O kadar.
Aşka düşüp sonra çıkıp, kaçıp gidenler...
Korkaklar.
Aynı suda defalarca yıkanmak isteyen, sonra “aynı suda
bir kere yıkanır” diyen cesaret eksikli yazıklar...
Aşk orada durup beklerken elinin tersiyle itip,
geçmişin bir kat, beş kat daha güzelini yaşamaktan mahrum kalan “garip” ler.
Bir var, bir yok olanlar.
Var mı, yok mu belli olmayanlar.
Renksizler.
Aşk varken uzanıp tutun.
Buruş buruş ihtiyar olduğunuzda da bulursunuz, böyle
kalbi size doğru kütkütleyen hatun kişileri...
Tabii bulursunuz.
Bunca ahtan sonra... Sonunuz olur size gelecek kadın.
Kadınlar arası sessiz iletişimin kurbanı oluverirsiniz haberiniz olmaz...
Kadın erkeğe âşık olur, erkek kadına değil.
Erkek kadına âşık olur, kadın erkeğe değil.
Kadın erkeğe âşık olur, erkek kadına.
Sonra biter.
Erkek kaçar gider.
Kadın kaçar gider.
Son.
Tek elimin parmakları kâfi tanıdığım aşklı kadınla
erkeği saymaya.
Benimkiler dışında sayamadığım kadar parmakla saymak
isterim aşklı insancıkları...
Sağımız aşk, solumuz aşk, önümüz, arkamız “apaşk”.
Olsun artık.
Cemal Süreya’nın bir şiiriyle bitireceğim yazımı...
Öyle çok seviyorum ki onu.
Yaşıyor olsaydı...
Ona aşkımı yazıyor olurdum.
O yok. Yazacağım yine de. Sonraları...
Şiir aşklı. Başka bir şey diyemem. Kendi demek
istediğini diyecek şimdi...
Aşk
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar, gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin.
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık.
Sevgiyeydi ilk açışı gözlerimizin sırf onaydı.
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti.
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı.
Oysa kalbim şuracıkta çarpıyordu.
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
İstanbullar.
Şurda da etin çoğalıyordu, dokundukça lafların,
dünyaların.
Öyle düzeltici, öyle yerine getiriciydi sevmek.
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken.
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti.
Çünkü iki kişiydik.
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya.
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız.
Seni bir kere öpsem, ikinin hatrı kalıyordu.
İki kere öpeyim desem, üçün boynu bükük.
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde.
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra.
Sonrası iyilik güzellik.
*Cemal Süreya, Üvercinka
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder