Bugün tam on beş gün olmuş.
Nasıl geçmiş onca gün.
Gelmiş, geçmiş, bitmiş, gitmiş.
Yok oldu.
Tam on beş günüm oldu annemsiz.
On beş gün var ama annem yok.
Nerede olduğunu biliyorum. Ona neler olduğunu da.
Ama bilmediğim, anlamadığım bir şey var ki sanki ona hiç bir şeycikler olmamış, artık annemsiz hayata geçmemişim gibi yaşıyorum.
Yok olanı yok sayıyorum. Varmış gibi.
Biliyorum, yok.
Daha ne kadar yaşayacağım bilmiyorum ama yaşayacağım yıl kadar yok olacak annem.
Sonra onunla birlikte yaşayamayacağız.
O zaman anneme neler hissettiğimi anlatmaya fırsatım olur.
Neler hissetmediğimi.
Anne, ben hiçbir şey hissetmiyorum.
Bana kızmıyorsun inşallah. “Şuna bak hiç de üzülmüyor, ben artık yokum hâlbuki” diye düşünme tamam mı?
Gerçi sen bize vasiyet ettin, benim için üzülmeyin sakın, dedin. Ablamlarla birbirimize destek olmamızı istedin. Bağınızı sakın koparmayın, dedin. Hatta senin deyiminle “birbirinize dalda olun” dedin.
Ablamlar çok üzülüyor, çok ağlıyorlar. Sensizliğe nasıl dayanabileceklerini hiç bilmiyorlar.
Ben henüz bunu düşünmedim. Ben daha senin artık yok olduğunu anlamadım ki.
Aklıma geldiğinde aklımda dolaşan tek cümle var.
Annem nerede?
Neredesin?
Anlamıyorum.
Anlayamıyorum.
Zırh giydim.
Acın dokunamıyor bana.
Kim giydirdi o zırhı bilmiyorum.
Bir korunaklıyım ki sorma gitsin.
Hiç canım yanmıyor. Hiç içim acımıyor sen gittin diye.
Niye?
Bilmem.
Ben seni ne çok seviyorum oysaki.
Sessiz, sevgili bir dilimiz vardı konuştuğumuz.
Bilirsin sevgimi.
“Seni seviyorum annecim” demedim sana ağız dolusu.
Diyemedim.
Ama demiş kadar anladın sen her defasında, biliyorum.
Sana ağlayamayışıma, acıyamayışıma sevgisizlik demiyorum.
Ne diyeyim de bilmiyorum hala.
Aslında biliyor musun, korkuyorum ben.
Bütün hücrelerimin tıka basa senin acınla dolacağını biliyorum ve bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum ve korkuyorum.
Ben senin küçük kızınım.
Küçük kızlar korkar.
Sen beni anlarsın.
Hep anladın, hep korudun kolladın. Hep yanımda oldun “anne” dediğim her defa.
Demesem de geldin sen.
Ben iyi olayım, iyi hissedeyim, gezeyim tozayım diye kuş olup geldin yanıma her defasında. Hep benim için.
Elin, kolun, varlığın öyle vardı ki hayatımda, öyle çoktu ki…
Tenceremin kırık kapağından tut, koltuklarımın minderlerine kadar izin, emeğin var evimde.
Benim için ne demek olduğunu anlatmama gün yetmez…
Bu arada orta boy cezvemin tutacağı koptu. Nerede yaptırıyordun?
Kim yaptıracak şimdi onu?
Ben yaptırmam.
Sen de yoksun.
Orta boy cezvesizim ben artık.
Sana olan biteni anlatayım biraz. Merak ediyorsundur belki.
Ağrı bandını taktığımızın ertesi günü hastaneye götürdük seni.
Ateşin yükseldi çok. Kan değerlerin düştü.
Komaya girdin.
Acilin kapısında öyle çok ağladım ki.
Seni öyle görmek dayanılmazdı.
Çok üzüldüm, canım benim, canım! :-(
Servise alındın aynı gün.
Bilincin gidip geliyordu.
Bak ne anlatacağım, belki hatırlamazsın.
Ablamla başındaydık. Ateşini düşürmeye çalışıyorduk.
Kendine geliyordun arada ama genel durumun hala kötüydü.
Konuşamıyordun. Eline koluna hâkim olabildiğin kadarıyla bir şeyler anlatmaya çabalıyordun. Anlamaya çalışmak ve anlayamamak üzücüydü çok fazla. :-(
Bir ara sanki oturmak istedin. Kollarını uzattın “beni kaldır” der gibi. Kolların boynumda kaldırmaya çalıştım seni. Ben yüzünü göremiyordum, seni kaldırmaya odaklanmıştım. Ablam karşımdaydı, görmüş, “Nuray, annem seni öpmek istiyor” dedi. Kolların boynumdayken, dudaklarını uzatmışsın beni öpmek için.
Sen öptün beni, ben seni öptüm.
Sonra yüzümü okşadın.
Ben de seni seviyorum anne.
Sen varken, son kez yoğun bakımda gördüm. Yüzünde yine ağrı mimikler vardı, ağzında oksijen maskesi.
Kolların bağlıydı, serumlar, iğneler için sabit durması gereken kolların. Delik deşik kolların. Mosmor kolların.
Çıkarken son kez baktım sana, bağlardan kurtulmak ister gibi gerinip duruyordun.
Ağladım.
Hemşire dua edin dedi. Ellerinden geleni yapıyorlarmış. İyi bakıyorlarmış.
Üç gün iyi baktılar sana. Dördüncü gün kalbin durdu.
Ve artık yoksun.
Son kez seni görmek istedim.
Geldim yanına.
Gördüm.
Okşadım yanaklarını. Seni seviyorum, dedim. Haklarını helal et, dedim. Sana hakkım geçtiyse helal olsun, dedim. Seni üzdüysem affet beni, dedim.
Duydun mu?
İşte duymamışsındır belki diye şimdi söylüyorum.
Camide başında bekledim. Yalnız bırakmadım hiç seni.
Son kez yine gördüm yüzünü.
Öptüm buz gibi.
Topraktasın bembeyaz.
Seni artık hiç göremeyeceğimiz yere bıraktıktan sonra eve dönerken yağmur yağdı.
Evinin önündeki çiçekler kurudu diye üzülüyordun hep.
Islandı çiçeklerin.
Sen gittin, gök ağladı.
Çiçeklerini ıslattı sakın merak etme. Akşamsefaların bir coştu ki görme.
Herkesler geldi bizim sensizliğimize.
Herkesler ağladı, herkesler üzüldü.
Herkesler sevdi seni.
Herkesler özledi çok.
Kimsecikler senin için tek bir kötü laf etmedi.
Hangi birini anlatayım, dediler hep.
Elinin değmediği kimse kalmamış tanıdığımız.
Hepsi sana dualar okudu.
Komşuların, kuzenlerin, yeğenlerin, sevgili abin, bütün akrabaların geldi.
Herkesi doyurduk, yedirdik içirdik, sakın üzülme.
Kimseyi aç göndermedik.
Sen hep diyordun ya “eve gelene mutlaka bir şey ikram edin”. Ağrılarından nefes alabildiğin bir vakit diyordun hem de.
Vallahi çok iyi ağırladık misafirlerini.
Bir de sen olsaydın.
Soğan dolması yapsaydın.
Herkes parmaklarını yeseydi.
Kim yapacak şimdi o dolmayı.
Ablama öğretmiş miydin?
Ablam artık annemiz.
Biz üç kişi kaldık artık.
“Üç” hiç bu kadar az olmamıştı.
Azıcık.
Ama her zamankinden çok daha kuvvetli, çok daha sevgili bir “üç”
Sakın merak etme.
Birbirimizi çok seveceğiz, sevincimizi çoğaltıp, üzüntümüzü sırtlanacağız birbirimiz için.
Biz senin kızlarınızız.
Üzmeyiz birbirimizi.
Hele ki sen “üzmeyin” dedin.
Emrin oldu.
Senden bahsederken “rahmetli” diyorlar.
Bozuluyorum bak.
Tamam, inşallah nurlar yağıyordur üstüne.
Ama rahmetli falan, ne bileyim işte…
Rahmetli artık olmayanlara deniyor ya hani.
Evet, sen de yoksun ama.
Bana ne işte, demesinler.
Benim yanımda demesin kimse.
Alışamadım.
Alışmak da istemiyorum.
Ben senin artık olmayışına inanmak da istemiyorum.
Böyle iyiyim.
Kaç kere geçtim o ateşin içinden.
Kaç kere ateşin içinden yürüdüm.
Bu sefer takatim yok yürümeye.
Korkuyorum.
Hem sen üzülürsün bana.
Ama sanırım, kaçarı göçeri yok bu işin.
Ablamlar gibi zamanında geçmedim ateşten ama er ya da geç yanacağım ben de.
Yürüyeceğim ateşle birlikte yana yakıla.
Olsun.
Yakan senin ateşin olsun.
Sen bana kıyamazsın.
Üflersin taaaa oralardan.
Su falan dökersin ateş sönsün diye.
Ama ben sana artık sarılamam.
Dokunamam.
Öpemem.
Ağrıların, acıların bitti diye içimi bir parçacık soğuturum ama.
Senin artık huzurlu olduğunu düşünürüm, içime huzur doldururum.
Ama tabii sensiz, senden nasıl huzurlanabilirim bilmem.
Konuşuyorum işte.
Allaha çok yalvardın “al canımı” diye.
Ağrılarına dayanamadın.
Seni duydu, aldı yanına.
Bizi sensiz bıraktı.
Ona ne teşekkür edebiliyorum, ne sitem.
Senin yokluğunu kavradığımda, sahiplendiğimde bana güç versin istiyorum sadece.
Seni çok seviyorum.
Abime ve babama sarıl benim için.
Off bittim.... koptum....
YanıtlaSilYerine koydum kendimi okurken. Ruh halini, yazarkenki psikolojini, o günlerdeki psikolojini,acini, sizini,caresizligini, herseyi...herseyi canlandirdim gözümde.
Birde...bu yazdiklarin, yasadiklarin, benim ileride yasayacagim, cocukluktan beri en büyük korkularimdan birini, kabusumu hatirlatiyor sanirim. Boguluyorum sanki okurken. Korkumla göz göze geliyorum adeta... biliyorum gececegim o yangindan ben de, er ya da gec... ne kacisi var ne de caresi...
Bugünlük yetsin bukadar. Yarin devam edecegim yazilarina kaldigim yerden... insallah seni de görürüm de yarin, icimdeki su tedirgin edici merakim gider.
Kötü zamanlardı.. Er ya da geç sonuç; onlarsız kalmak evet..
YanıtlaSilAma Allah böylesini yaşatmasın kimseye.
Çaresizliği öğreniyorsun..
Sağlıklı ömürleri olsun sevdiğin herkesin..